Pages

24 Mayıs 2009 Pazar

Ve nazar boncuğu yaşamımızın tüm alanlarında...



















































































































































































































Nazar boncuğu ile ilgili videolar...

Nazar Boncuğu ya da Göz Boncuğun Kökeni…




Anadolu’da bulunan en erken cam boncuklar, Boğazköy kazılarında, Büyük Kale IV-D evresine ait olup M.Ö. 1700 yıllarına (Assur Ticaret Kolonileri Çağı’nın sonları) tarihlenmektedir. Bunlardan Büyükkale IV evresine tarihlenen dikdörtgen biçimli bir boncuk parçası en erken cam buluntu özelliğini taşımaktadır. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi koleksiyonunda yer alan bu boncuk, cam tarihi içinde M.Ö.2.binde çok bilinen bu tür cam boncukların Anadolu’da da tanındığını göstermektedir.
Boğazköy kazılannda bulunan boncuklardan en erkeni, Büyükkale IV-D evresine, Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nın sonlarına, MÖ. 1700 yılı öncesine tarihlenmektedir. Alişar’da da Boğazköy kazılannda bulunmuş olan en erken tarihli boncuklann benzerlerine rastlanmıştır. Alişar Hitit tabakalannda birbiri içine girmiş dairelerden oluşan süslemeye sahip ‘göz boncuklannın’ yaygın olduğu görülmektedir. Afyon – Yanarlar Hitit mezarlığı buluntuları arasında da küp mezarda ele geçirilmiş olan cam boncuklar bulunmaktadır. Kalkolitik dönemin P.T. eserlerinden tanınan ilginç bir süslemeye sahip göz boncuklarının yaygın olması, bu boncukların Kalkolitik geleneği sürdürmüş olabileceği görüşü ile de açıklanmaktadır. Afyon-Yanarlar Hitit mezarlığı buluntuları arasında da küp mezarlarda ele geçirilen cam boncuklar bulunmaktadır. Yine Afyon’da yapılan Kusura kazılarında ve Gordion’da da M.Ö.2. bine ait cam boncukların bulunduğu belirtilmektedir. Kaman Kalehöyük kazılarında da son yıllarda III b- Eski Hitit Çağı’na ait tabakalarda buluntular arasında fayans veya cam küçük heykel tanımıyla, bir buluntudan bahsedilmektedir. Sonraki yıllarda bu buluntular, cam boncuklar olarak tanımlanmıştır. Boğazköy’de ele geçen bir diğer önemli cam buluntu ise yukarı şehir I-B tabakasından gelen çıplak kadın formundaki cam Pandantiftir (kolye sarkacı). Bu eserin de dahil olduğu cam pandantifler M.Ö. 2. bin cam sanatında iyi tanınmakta ve oldukça geniş bir coğrafi yayılım göstermektedir.
Açık kalıba döküm tekniğinde üretilmiş ve hepsi de mavi renkli camdan yapılmış bu pandantifler; kare biçiminde bir kaide üzerinde duran, elleriyle göğüslerini tutan çıplak kadın figürleri biçiminde olup, tanrıça Astarte’yi betimlediği var sayılmaktadır. Boğazköy örneği M.Ö. 14.yy.’a tarihlenmekte ve Hitit başkenti Boğazköy’e Suriye- Filistin kıyısından ithal edilmiş olduğu öne sürülmektedir. Birçok dünya müzesi koleksiyonunda yer alan bu grubun bir örneği de Yunanistan’da Mykenai’de bulunmuştur. M.Ö.2. Binde üretilmiş ve pek çok alana yayılmış olan Myken cam boncukları ise, mavi camdan, küçük ve yassı tabletler halinde olup, yatay deliklidir. Miken cam boncukları özellikle Batı Anadolu’da yer yer bulunmaktadır. Bunlar 1963 yılında Prof. Dr. Yusuf Boysal başkanlığında yapılan Bodrum Ortakent Müsgebi kazılarında, dromoslu bir mezar içinde bulunmuştur. Halen Bodrum Müzesi Cam Salonunda sergilenmekte olan bu boncuklar M.Ö.14-13.yy.a tarihlenmiştir. Müsgebi kazısında bulunan boncuk dizisi saç buklelerini andırır bir biçime sahiptir. Bu boncukların diadem244 parçaları olarak, mezarlarda baş üzerine yerleştirilmekte olduğu öne sürülmektedir. Olympia yakınında 3 ayrı oda mezarda ele geçen Myken boncuklarının kafatasına yakın konumda bulunmuş olmaları, bu görüşü desteklemektedir. Buna göre Müsgebi örneklerinin de bir diademe ait parçalar olması mümkün görünmektedir. Son yıllarda İzmir ili, Menemen ilçesi, Kesik köyü sınırları içinde yer alan ve 1985 yılından buyana Panaztepe kazısında da, Myken III A-B evrelerine (MÖ 14-13.yy) ait tholos mezarlarda rozet biçimli ve yassı Myken cam boncukları bulunmuştur. Buluntular, M.Ö. 2. binde yassı Myken cam boncuklarının yaygın olarak özellikle Batı Anadolu’da görülmeye devam edeceğinin işaretini vermektedir.
Panaztepe kazılarında Geç Tunç Çağı mezarlarında önemli miktarda ortaya çıkan bu buluntular özellikle Myken dünyası ve Anadolu için büyük önem taşımaktadır. Yüzlerce parçadan meydana gelen süs eşyaları arasında yer alan oldukça iyi korunmuş 17 adet tüm cam boncuk dışında, aynı tür objelere ait muhtelif kırık parçalar da bulunmuştur. Söz konusu eserlerin bulunduğu Panaztepe A ve B tholosları, buluntularına göre Geç Myken III A-B evrelerinde (MÖ 16-11.yy.) kullanılmıştır.
Dolayısı ile boncuklar da bu zaman dilimi içinde bir tarihe aittir. Yukarıda bahsedilen Müsgebi ve Panaztepe kazılarında bulunan Miken cam boncukları ile bağlantılı olarak, yine aynı dönem, Kaş Uluburun batığında yapılan sualtı araştırmaları sırasında bulunan cam külçeler, Geç Tunç Çağında camın hammadde olarak ticaretinin yapıldığını ortaya koyması açısından dikkat çekicidir. Antalya Kaş Uluburun açıklarında seyretmekte iken M.Ö. 1300 dolaylarında batan gemide yapılan su altı kazılarında bulunan koyu mavi renkte cam külçeler, cam ticaretiyle ilgili önemli belgelerdir. Bunlar yaklaşık 5-7 cm yüksekliğinde ve alt yüzü üst yüzeyinden biraz daha geniş, aşağı doğru hafif genişleyen silindirimsi ingotlardır (külçe). Benzer külçeler, Mısır’da Tell el- Amarna’da (Antik Akhetaten), özellikle cam ve sır atölyelerinin bulunduğu alanda, 1993’de yapılan kazılarda ortaya çıkan pişmiş toprak kalıplar içinde de bulunmuştur. Bu kalıplar ve içinde bulunan külçelerle, Kaş-Uluburun Batığı’nda bulunan külçeler arasında karşılıklı bir ilişkinin söz konusu olabileceği ileri gürülmektedir. Çünkü Tell el-Amarna’da bulunan silindir biçimindeki kaplar ve ingotlar, ölçü, biçim ve her birinin mavi cam olması bakımından birbirine çok benzemektedir.

Hititler’de İlk Cam Boncuk Yapımı…


Anadolu ‘da ele geçen en erken tarihli cam buluntular, boncuklardır. Bilinen en erken cam boncuklar da, Anadolu’ya hemen komşu bir merkez olan Tell-Cudeyde’ de saptanmıştır ve yaklaşık olarak M.Ö.3. bin başlarına tarihlendirilmektedirler.
Anadolu’da Hitit yerleşimlerinde oldukça az sayıda cam eser ele geçmiş veya yayınlanmıştır. Veriler çok kısıtlı olduğu için bu eserlerin gerçek Hitit üretimi mi, yoksa ithal mi olduklarım şu an saptamak mümkün değildir. Ancak Boğazköy’de bulunmuş olan bazı tabletlerde cam üretimi için reçetelerin yazılı olması, cam üretme teknikleri hakkında bilgi sahibi olduklarını göstermektedir
Hitit’lere ait bir metin fragmanında şu cümleler geçmektedir:
“Bundan sonra koyar dokuz ekmeği,…
Bir kulplu kabı, glazürlü,…
Sondu camı, dussu camı, hiç biri...
Marhasitu camından…
Nereye giderse,…”
Santu camının, toz malachite veya turkuaz katılmış yeşil camdan oluşmuş olduğu düşünülür. Bazı araştırmacılar ise kan kırmızısı olduğunu söylerler. Dussu camımn ise kaya kristali ya da saydam cam olduğu düşünülmektedir. Marhasitu Asurca’da ve Akadca’da da geçmektedir. Marhasitu, Huni kelimesi Parashina ile aynı anlama gelmektedir, bu da bir tür camı ifade eder Şimdilik Hitit cam üretimi ile ilgili olabilecek tek materyal kanıt ise Boğazköy kazılarında ele geçen ve cam boncuk yapımında kullanılmış olduğu sanılan bir taş kalıptır Boğazköy’de bulunmuş olan cam metinlerinin, çağdaşları olan Orta Babil cam metinleri ve Niniveh’deki Asurbanipal kütüphanesinde ele geçen tabletlerde görülen Akadca metinlerle benzerlik göstermektedirler: Bunlar, Mezopotamya metinlerinin geleneğini sürdüren, onların çevirileri niteliğinde belgelerdir

Camın Ateşle Dansı...


Alevli, ateşli “Cam fırınıyla”, bu fırının önünde çalışan “Cam ustası” san­ki binlerce yıldan beri ikiz kardeş gibi olmuşlardır. İkisinin arasında, durup dinlenmeden birbirine alıp verdikleri, biçimlendir­dikleri malzeme de camdır. Binlerce yıl içinde hem alevle-cam, hem de camla-usta arasında çok ilgi çekici bir denge oluşmuştur. Alev camı eritir, “Su gibi” yapar, cam ustası da bu sıvıyı alıp “Soğutarak” biçimlendirir. İşte bu hiç değişmeyen üçlünün arasında, yazılı, kayıtlı olmayan ve neredey­se bir “Destan gibi, kuşaktan kuşağa aktarılan” bilgiler, bu ilgi çekici işin “Püf noktası” olarak süregelmektedir.
Arada gidip gelenler ve zaman içinde değişenler ise, yalnızca cam yapımında kullanılan birkaç katkı malzemesidir. Gerçekte hiç de saydam ve parlak ol­mayan camın temel malzemesi, alevlerin ortasında eriyip su gibi akarken bir­den cam ustasının elinde biçimlendirilip soğuyunca da herhalde bu işe çok şaşırır: Çünkü artık pırıl pırıl renkli ya da saydam bir şey olmuştur, yani cam olmuştur…
Binlerce yıllık geçmişleriyle, günümüze kadar yaşayarak gelebilen ve çeşitli ilginç tekniklere dayalı olan sanatlar vardır. Bu sanatların bir kısmı uzun süren öyküleri içinde önemli teknik gelişmeler geçirmişlerdir. Cam yapımı da binlerce yıldan günümüze kadar yaşayarak, gelişerek gelebilen ve kendi ne göre çok ilginç özellikler taşıyan bir tekniğin sanatıdır. Ama bir an bu işin özüne bakarsanız, bu çok uzun zaman içinde, temel ilkelerin gerçekte hiç değişmediği kolayca görülüverir. Belki de değişen, yalnızca bugün kulla­nılan teknolojinin ulaştığı olağanüstü “Büyüklüktür”. Cam üretimi yapılan bir yere girildiği zaman, günlük hayatta pek karşılaşıl­mayan, çok değişik bir çevreyle karşılaşılır. Genellikle içinde çalışılan çevre karanlıkçadır. Yalnız, camın eritildiği fırınların ağızlarından şaşırtıcı parlak­lıkta alevli ışıklar saçılmaktadır. Önce bu özellik görülür. Sonra da, bu fı­rınlarda erimiş bulunan, alevler saçan ve su gibi akıverecek kadar yumuşa­mış olan camı biçimlendiren, “Sessizce ama hep hızla çalışan ustalar” dik­kati çeker.
Böyle bir ortamda, ilk bakışta sanki “Telaşlı ve karışık bir koşuşma” var­mış gibi gelir insana. Oysa burada çalışanların hepsinin de “Kendine göre”, ama çok “Kesin” bir görevi ve bir anlamda izlediği “Rota”sı vardır. Çoğu kere camcılık tekniğindeki ustalık, bir anlamda “Geriye sayma” olayı olarak kabul edilir. Bu geriye sayma, potadan alınan sıcak ve akıcı durum­daki camın soğuyup katılaşması için geçen çok kısa süreye bağlıdır. İşte bü­tün ustalık bu kısa süre içinde, biçimlendirmeyi yapıp bitirmeye dayalıdır. Bu yüzden camcılıkta saniyeler bile dikkatle kullanılır. Bu kalın çizgilerle özetlenen özellik, ister teknik yönden çok ilkel olsun, is­terse de çok gelişmiş bir teknoloji uygulansın, camcılık sanatının her alanı için geçerlidir. Bu yüzden cam yapımında, her ne olursa olsun hiç kaçınıla-mayan belirli birkaç temel ilke vardır.
Bunların birincisi ve belki de en önemlisi, camın “Saydam” olmasıdır. Di­ğer deyişle, “Malzemesi görünmez olan bir biçimdir”. Ama boncukçuluk için saydam olmayan bir cam yöntemi bir anlamda zorunlu olmuştur. Çün­kü ilk camcılık örnekleri saydam değildir. Saydamlık çok sonradan elde edi­lebilmiştir.
ikincisi ise yüksek ısılarda eritilip hazırlanan ham malzemenin, çok kısa bir sürede ve genellikle “Bir defada son biçimine ulaştığı” bir üretim tekniğine dayalı olmasıdır.
Her iki yolda da cam yapımı ve sanatı açısından çok ilginç sonuçlar alınmış­tır. Ama asıl şaşırtıcı olan ise, sınırlı gibi görünen bu özelliğine karşılık, yüksek ısıların içinden, alevlerin arasından, ustalıkla ve zorlukla ortaya çıkartılan cam biçimlerin sonsuz bir zenginliğe ulaşabilmesidir. Bugün hemen herkes için çok olağan birşey olarak kabul edilmiş olan cam, yüzlerce yıl önce neredeyse “Sihirler dünyasından gelen”lerin yaptığı bir sa­nat olarak kabul edilmişti. Uzağa gitmeye gerek bile yok. 60, 70 yıl önce bile cam çok pahalı bir malzemeydi.
Cam sanatının bu “Sihirli” gibi görünen yanı nereden çıkmış olabilir? Bu­nun yanıtı, belki de camın hiçbir başka malzemede olmayan pekçok “Şaşır­tıcı özellikleri” taşımasında aranabilir.
Gerçekten bir an gözümüzün önüne şunları getirelim. Kum, kireç, soda gibi birkaç kaba görünüşlü malzemeyi özel potalarda 900-1000 °C derecelerin üze­rine çıkardığımız zaman bu katı karışım su gibi oluyor. Sonra bu sıvıyı çok özel tekniklerle ve araçlarla, eritildiği potadan alıp biçimlendiriyorsunuz ve soğuyup katışalan bu şey sonuçta saydam ya da renkli, ama pırıl pırıl bir cam oluyor.
Bütün bunları özetlemek gerekirse, ister geçmişin ilk bakışta ilkel gibi görü­nen, ama çok değişik bir tür bilgi gerektiren Antik Akdeniz camcısı olsun, isterse de günümüzün en ileri tekniğini kullanan endüstrisindeki camcı ol­sun, her ikisi de “Alevle ateşle” ikiz kardeş gibidir.

Asur Cam Sanatı…


İ.Ö. I. binde, cam sanatında yeni bir dirilme yaklaşık VI. yüzyıldan itibaren yaşanmaya başlar. Cam bu dönemde, yüzyılın ikinci yarısından itibaren, daha çok Fenikelilerin yaptığı fildişi eserlerin üzerinde kakma olarak da kullanılmaya başlanır. Bu dönemde her bölge kendine özgü üretimlerde bulunur. Cam ustaları daha çok, geçen dönemde yapıldığı gibi yan değerli taşlan taklit eden opak camlar yerine, saydam renksiz ya da saydam yeşilimsi renkli camdan, kaya kristalini ve diğer saydam taşlan taklit eden eserler yapmayı tercih etmişlerdir. Turkuaz ve lapis gibi taşlann taklit edilmesi ortadan kalkmıştır.
Bu tür camlardan üretilen eserler daha çok “Döküm ve kesme tekniğinde yapılıyordu . Bunlar, İ.Ö. IX. yüzyıl ile VII. yüzyıl arasında Assur’da karşımıza çıkan, taşı taklit eder biçimde çok kaim saydam camdan yapılmış kaplardır. Döküm ve kesme tekniğiyle yapılan bu tür cam eserlerin en güzel örneği, Sargon II Dönemİ’nden (İ.Ö. 721 – 705 ), üzerine kazınarak aslan işlemesi ve çivi yazısıyla “Assur Kralı Sargon’un Sarayı” yazılı bir bodur alabastrondur. Bu tür eserler İ.Ö. VI. yüzyılın sonlarında, Assur krallığı ortadan kalkana kadar devam etmektedir. Bu cam kapların yapıldığı yer ve yapanların kim olduğu tam bilinmese de Assur saraylannda çalışan Fenikeli cam ustalannm yapmış olduğu kabul edilmektedir

Anadolu’da Cam Sanatının Gelişimi…



Antik dünyanın diğer bölgeleriyle kıyaslandığında Anadolu cam endüstrisinin ihmal edilmiş olduğunu üzülerek görmekteyiz. Şimdiye kadar, bu endüstri ile ilgili bilgilere yalnızca arkeolojik kanıtlarda rastlanmıştır. Örneğin Plinius, Alaband camından bahseder. Fakat, artık konuyla ilgili yeterli deliller birikmiş ve ortaya oldukça aydınlatıcı ve büyüleyici bir hikâye çıkmaya başlamıştır.
Ulu Burun Batığı, Türkiye’nin güney sahillerinde meydana gelmiş en erken cam ticareti ile ilgili kanıtlar ortaya koymaktadır. Geminin yük kısmında bulunmuş olan külçe camlar bize hem Geç Bronz Çağ cam üretim merkezleri hakkmda, hem de işlenmemiş camm ticareti ve bunun üretim merkezinin kaynağından oldukça uzakta olan yerel atölyelere dağılımı hakkında bilgi vermektedir. Aynı şekiFde Boğazköy’de bulunmuş olan parçalar halindeki bazı metinler cam yapım reçeteleri vermektedir. Her ne kadar şimdiye kadar Hintliler tarafmdan üretilmiş herhangi bir cam eser kayıtlara geçmemişse de, bu reçeteler Hititlilerin cam üretimiyle ilgilenmiş olduklarım göstermektedir.

Anadolu’da bulunmuş olan erken dönem cam eser, MÖ 8. yy ortalanna tarihlenir. Orta Anadolu’da Frig Krallığı’nın başkenti Gordion’daki P Tümülusü’nde bulunmuş olan bu eser, ince ve renksiz camdan yapılmış bir kâsedir. Otuziki adet merkezden çevreye doğru açılmış çiçek yaprağı ile dekore edilmiş olan bu kâse, kesme yöntemiyle bezenmiş ve günümüze kadar kırılmadan korunagelmiş en eski örnektir.

Biçim ve bezeme olarak çağdaş Asur ve Fenike yerleşim yerlerinde bulunmuş olan madeni kâselerin tam bir benzeridir. Bu nedenle, bu parça Asur Kraliyet sarayından bu yörede yaşamış bir prense, büyük olasılıkla hediye olarak yollanmış önemli bir parça olarak değerlendirilmelidir. Efes’teki bir cam kâsenin de özel üretilmiş Pers metal kâseleri taklit ettiği düşünülmektedir. Pers lmparatorluğu’na giden Atinalı bir elçi böyle bir “ekpomatd’âası şarap içtiğini anlatır.
MÖ 6. yüzyıl ortalarında Anadolu’da cam üretiminin yapıldığına dair kuvvetli kanıtlar vardır. Bu kanıtlar Sart’da, lidya Dönemi’ne tarihlenmiş bir ev kompleksi içinde yer alan küçük bir atölyeden ele geçirilmiştir. Bu atölye büyük olasılıkla MÖ 547-542 yıllan arasında şehrin Akamenid Kralı Büyük Kyros tarafından zaptedilmesi sırasında tahrip olmuştur.
Bu iki olay arasında geçen yüzyıllar boyunca, antik dünyanın diğer taraflarında olduğu gibi Anadolu’da da cam endüstrisi oldukça gelişmiş olmalıdır. Fakat maalesef üretilmiş olan eserler dışında, bu endüstriyle ilgili pek fazla kanıt yoktur. Ancak, birkaç tane cam fırını tespit edilmiş; Şart dışında Porsuk Höyük’te ve Anamur’da da cam üretildiği saptanmıştır. Arkeoloji, antik çağ endüstrisine ait fiziksel kalıntılara dayanan net bir tablo çizene kadar, bizler araştırmalarımızı tipolojik çalışmalara ve bölgesel farklılıklann saptanması için yapılmış dağılım örnekleri analizlerine dayandırmak zorundayız. Bu tip çalışmalara ve analizlere dayanılarak, iç kalıplama yöntemiyle yapılmış eserlerin Türkiye’de üretilmiş olabilecekleri önerilmiştir.166 Aynca bazı Roma cam tiplerinin de, Anadolu’da bulunan bazı merkezlere atfedilmesiyle ilgili çalışmalar vardır.
Cameo camlarına çok iyi bir örnek teşkil eden bugün Corning Museum’un koleksiyonunda yer alan, MS 1. yy’a tarihlenen Morgan Kâse’si Bithynia Bölgesi’nde, Karadeniz kıyısında ye ralan Ereğli Herakliea’da bulunmuştur.

Cameo tekniği; mücevher yapımında özellikle pendant, gemma, yüzük taşlarının yapımında Hellenistik dönemden başlayarak uygulama alanı bulmuştur. Cameo tekniği, renkli taşların üst üste konması ve en alttaki tabakanın fon oluşturacak şekilde üsttekilerinin kabartma biçiminde işlenmesi prensibine dayanan bir dekor tekniğidir. Bu yarı değerli taşlarda cameo tekniğinin en çok kullanıldığı taş, onyx’dir. Roma döneminde cam kaplara uygulanan bu teknik, cam ustaları için renk seçimlerinde oldukça dikkat gerektiren zahmetli bir dekor tekniğiydi. Bu nedenden pratikte hiçbir zaman yaygın dur Roma dönemi cameo teknikli camlarda iki dönem saptanmıştır. İlk dönem, erken imparatorluk dönemidir. Bu dönem yaklaşık olarak İ.Ö.25 ile İ.S. 50, 60 yılları arasındaki zaman dilimidir. İkinci dönem ise geç imparatorluk dönemidir. Bu dönemde İ.S. 3.yy.’ın ortaları ile İ.S. 4.yy.’ın ortalarıdır. Fakat bu dönem sadece bir adet cameo tekniğinde cam bulunmuştur. Cameo dekor tekniği; serbest üfleme, kalıba döküm ve cam panellerde kullanım alanı bulmuştur. Türkiye’nin Karadeniz sahillerinde antik adı Herakleia Pontika olan günümüzdeki adı ise Karadeniz Ereğlisi olan bölgede cameo dekor tekniğiyle yapılmış, Morgan adı verilen kase bulunmuştur. Whitehouse, Morgan kabının kalıba döküm ya da serbest üfleme tekniğinde yapılmış olduğunu belirtir. Morgan kasesi, şeffaf mavi üzerine opak beyaz camdan yapılmıştır. Üzerindeki betimlemede Dionisyak bir ritüel gerçekleştirilmektedir.
Küresel gövdeli şişeler, Suriye-Filistin, Kıbrıs ya da Mısır cam endüstrisinde çok sayıda görülmemektedirler. Örneğin çok önemli bir cam eser grubu niteliğindeki, pek çok cam kabın ele geçtiği Kıbrıs, Limassol, Qasis mezarında sadece bir adet küresel gövdeli şişe ele geçmiştir. Küresel gövdeli sürahilerdeki “yakalı” ağız kenarı batıda fazla tanınmayan bir türü oluşturmaktadır. Cam aryballos’larda görülen “yakalı” ağız kenarı formunun Doğu Akdeniz’de belli bir üretim bölgesi ya da bir merkezine ait olması gerektiği düşünülmekte ve bunun olasılıkla Batı Anadolu’da belki de Bergama yakınlarında yer alabileceği öne sürülmektedir. Kuzey Karadeniz’deki Roma merkezlerinden ele geçen cam eserler arasında küresel gövdeli bir şişe ile aynı formun tek kulplu bir örneği de bulunmaktadır.

Harden, çarkta kazıma dekorlu çift yazılı kaselerin kökenin dekor ve içerik açısından oldukça benzer olduğunu ve bunların olasılıkla Batı Anadolu’da bir atölyede üretildiğini savunur. Sorakina; bu atölyelerin Anadolu sahillerinde olasılıkla Pergamon yakınlarında bulunduğunu ileri sürer. Isings ise cam kaselerdeki Grekçe yazıların Yunanlı sanatçılar tarafından ya da Yunanlı müşteriler için üretidiğini ve İ.S. 3 ve 4.yy. boyunca kullanılan bu camların kökeninin büyük olasılıkla yakın doğu olduğunu savunur. Kazıma çizgilerle dekore edilmiş olan camlara Roma imparatorluğu sınırları içerisinde rastlamak mümkündür. Ancak Batı Anadolu bölgesi, diğer üretim bölgelerine göre daha kaliteli üretim yaptığı için diğer bölgelere göre daha ön plandadır.
Harden’in tanımladığı çarkta traşlanarak yapılan çapraz-çizgili band dekorlu kase sınıfına girmektedir. Harden, çarkta yapılmış çapraz çizgili banda sahip kasede ki ve çift-çizgili yazının kökenin Anadolu olduğunu savunmaktadır. Tire’nin Çobanköy köyünde bulunan ve daha sonra Tire Müzesi’nde sergilenmekte olan tam olarak korunmuş örnek, Klaros’da bulunmuş örneklerle pareleldir. Isings Form 96b ile tanımlanan yarıküresel kase ise bu formun dekorlu örneğidir. Bu formun en erken örnekleri İ.S. 2.yy.’da görülmektedir. Erken örneklerde ağız perdahlanmış iyi üretimdir. Geç örneklerde ise genellikle ağız işlenmeden bırakılır ve erken örneklere göre daha kötü bir üretim gösterirler.

Camın keşfi…Herşey ateşle başladı…


Romalı yazar Plinius cam yapımının başlangıcıyla ilgili bize şu bilgileri aktarmaktadır: “Suriye’de Fenikeliler zamanında Karmel (Karmelus) Dağı’nın alçak tepeleri arasında Candebia adında bataklık bir alan vardır. Belus nehrinin bu bataklıkta başladığı ve sekiz kilometre kadar aktıktan sonra Ptolemais şehri yakınında denize döküldüğü sanılır. Çamurlu birikintilerle dolu ve oldukça derin olması nedeniyle nehrin dibindeki kum, ancak suların çekilmesi ile ortaya çıkardı. Bu kumlar dalgalarla çalkalanarak çamur ve yabancı maddelerden ayrılıp temizlenirdi. Deniz suyunun acılığının bu kum üzerinde temizleyici rolü olduğu ve bu etki olmadan kumdan hiç fayda gelmeyeceği sanılırdı. “Rivayete göre ‘güherçile’ dolu bir gemi burada demir atar ;gemi tayfaları kıyıda yemek hazırlarken odun yakmak üzere bir ocak kurmak isterler. Civarda taş bulamadıklarından gemiden getirdikleri güberçile blokları bir ocak yaparlar. Odunları yakınca kum ile güberçile’nin birlikte erimesiyle o zamana değin bilinmeyen saydam bir sıvının ocaktan sızdığını görürler. Böylece cam bulunmuş olur”.
Bu öykünün gerçek olup olmadığını bilemiyoruz ancak akla yakın bir olaydır.Çünkü, odun ateşinin camlaşmayı sağlayacak ısılara ulaşıp ulaşmayacağı tartışılmıştır. Ama yapılan deneylerde malzeme uygun düzenlenmişse camlaşmayı sağlayabilecek ısıya ulaşabildiği kanıtlanmıştır. Ama şunu da unutmamak gerekir ki kum bulunan ve ateş yakılan her yerde böyle örneklerin her zaman bulunmuş olması gerekir. Cam geçirdiği her aşamasıyla bugünkü durumuyla da bir ‘yüksek ısı’ sanatıdır. Plinius tarafından anlatılan örnek hiç kuşkusuz gerçek olabilir ama buna bile gelmeden, o dönemlerin seramik ustalarının seramikte kullandığı sırlama tekniğinin gerçekte bir ‘cam kaplama’ diyebileceğimiz işlem olduğunu bildikleri kesindir. Bu sır, malzeme olarak bir anlamda camdır. Ve bu sırın kendi başına kullanılıp camsı ürünler elde edildiği bilinmektedir. Cam tarihinin ilk örneklerinin pek çoğu, seramikten cama geçildiğini gösteren izler taşımaktadır. Cam yapay olarak üretilmeden önce her zaman doğada doğal olarak bulunmaktaydı. Obsidiyen adı verilen malzeme gerçekte doğal camdır. Obsidiyen, camın tipik özelliklerini taşıdığı için çeşitli dönemlerde, değişik yöntemlerle biçimlendirilmiştir. Bu yolla araç olarak kullanılması çok yaygındır. Böyle bir açıdan bakılırsa, camcılık ürünlerinin, bugün anladığımız anlamdaki işlevlerinden çok daha önce bir balta, bir bıçak ya da mızrak ucu olarak kullanılması ilk camcılık örneği olarak kabul edilmelidir.

Antik Dönemde En Erken Cam Kap Anadolu’da Bulunmuştur…


İlk cam kabın en erken görüldüğü yer Alalakh (Tell Atchana) günümüzde Antakya’dır. Alalakh’da İ.Ö. 1595’e tarihlenen VI. tabakada en erken cam kaba ait parçalar gelmiştir. İ.Ö. 15. yüzyılın ikinci yarısında Hurri-Mitanni bölgesinde birçok merkezde örneğin; Niniveh, Nuzi, (Yorgan Tepe), Assur, Tell al Rimah, Tell el Fakhar ya da Tell Brak ve Habur vadisindeki Chagar Bazar’da cam endüstrisinin varlığı bilinmektedir.

Geç Tunç Çağlarının sonlarında yani İ.Ö. 14 ve 13. yüzyıllardaki cam ticaretinin en büyük kanıtı ise “Uluburun” batığıdır. Muhtemel rotası, ya Suriye-Filistin kıyılarından ya da Kıbrıs’tan Ege’ye doğrudur. Rodos’un karşısındaki Uluburun’da bulunan batıkta; farklı ağırlıklarda ve şekillerde iki yüz bakır külçe, bunun yanında işlenmemiş fil ve su aygırı dişleri, altın ve gümüş takılarla birlikte bu batıkta 200 disk şeklinde dökme camdan külçe ortaya çıkarılmıştır. Bu da erken çağlarda bile camın uluslararası ticarette önemini gösteren bir kanıttır ki bu camlar büyük ihtimal ile boncuk ve iç-kalıp tekniğinde kaplar yapılmak üzere sipariş verilmiştir.

Camda o dönemde popüler olan herşey uygulanmaya başlanmış, hatta bunun en açık kanıtlarından biri de İ.Ö. 9. ve 8. yüzyıllara ait mezarlarda çıkan incir şeklinde yapılmış cam boncuklardır. Bu dönemde yoğun bir şekilde üretildiği düşünülen incir ağaçlarının günlük yaşamda sıkça rastlanması bunların cam yapımı gibi ayrı sektörlerde de ürtilmelerine neden olmuş ve yüzyıllar boyunca da insanın günlük yaşamında karşılaşıp beğendiği şeylerin bir yansıması camda kendini bulmuştur.

İlk Cam Boncukların Arkeolojik Açıdan Buluntu Yerleri..


Sümer yerleşimlerinde ele geçen cam boncuklar, tarih içindeki camın en eski örneklerini oluşturmaktadır. İ.Ö. 28. Yüzyıla tarihlenen Mezopotamya-Eshnunna’da yapılan kazılarda mavi cam boncuklar ortaya çıkartılmıştır. Aynı şekilde, Ur’un İ.Ö. 23 yy.’a tarihlenen katmanlarında da opak mavi renk cam blokları gelmektedir. Boncukların dışında camdan silindir mühür, küçük objeler yapıldığı ve kakma olarak kullanıldığı bilinmektedir.
Mezopotamya’ da Ö. 3000.’de Bronz Çağı yaşanmakta iken, insanoğlunun ilk kez “cam” ürettiğini arkeolojik veriler ortaya koymuştur. Güney Mezopotamya’daki Tell Asmar kazılarında ele geçen silindir biçimli ve açık mavi renkteki cam çubuk, İ.Ö. 23. yüzyıl dolaylarına tarihlenmektedir. Camdan yapılmış en erken nesnelerin bir diğeri de Eridu kazılarında bulunan ve en geç İ.Ö. 21. yüzyıl tarihlenen işlenmemiş durumdaki cam kütledir. Bu en erken tarihli cam buluntuların yanı sıra İ.Ö. 3000 tabakalarına ait olmak üzere, Amik ovasındaki Tell Cudeyde, Nuzi (Yorgan Tepe) gibi merkezlerde cam boncuklara da rastlanmıştır. Camın “madde” olarak üretilmesi sonrasında, uzun süre boncuk ve benzeri küçük nesnelerin yapımında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Camın vazo ve çeşitli formlardaki kapların yapımında bir materyal olarak kullanılması ise hayli vakit almıştır. Arkeolojik kazılarda ele geçen cam vazolar, İ.Ö. 2000’ in ortalarından itibaren yani camın madde olarak keşfinden yaklaşık 1000 yıl sonraya tarihlenmektedir. Cam vazo üretiminde uygulanan en erken yöntem olan “iç kalıp tekniği” kullanılarak yapılan; bilinen en eski tarihli cam vazo parçası Tell Açana kazılarında bulunmuştur. VI. Tabakada ele geçen bu buluntu için İ.Ö. 16 yüzyıl sonraları terminus post quem olarak verilmektedir.