Pages

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Cam Boncukların Renklendirilmesi


Renksiz saydam camın karısımı daha önce belirtildiği gibidir. Ama Anadolu’daki cam boncukların yapımında kullanılan renkler, değisik bir yorumla
irdelenirse bu renklerin kullanılmasında ilginç bir oranın varlığı görülür. Genellikle
en çok kullanılan mavi ve beyaz renktir. Yesil neredeyse hiç kullanılmamaktadır.
mavi cam, kendi kendine olusan açık bir yesilden sonra en kolay elde edilen renktir.
Bu kolaylık su nedene dayanır. Kobalt oksit cama mavi rengi verir. Kobalt doğal
olarak çok değisik yapılarda bulunur. Ama bu değisik yapılar, sonuçtaki rengi pek değistirmez. Baska bir deyisle içinde kobalt buluna herhangi bir katkı, cam boncuğu her durumda mavi yapar. Kobalt oksit dıs görünüsü ile simsiyahtır. Boncuk ustasının fırınının yanma özelliklerinin değismesi az oksijenle ya da çok oksijenle yanması hızlı soğutma ya da yavas soğutma gibi değisik durumlarla karsı karsıya bile kalsa sonuçtaki cam genellikle hep aynı tonda mavi olur. Mavi en kolay elde edilen renk olması nedeniyle cam teknolojisinin gelismesi için bir sans olarak kabul edilebilir. Çünkü böylelikle hemen her kültür için inanılan gök rengi olan mavinin niçin cam boncuk yapımında bu kadar çok kullanıldığı biraz daha açıklığa kavusur. Mavi rengi veren ikinci madde de bakır oksittir. Kobalt, fiyat olarak bakırdan çok pahalıdır. Ama kobaltın yaklasık olarak 10 katı bakır, benzer maviyi ve gereken koyuluğu verir. Bakırı bulmak çok kolaydır. Üstelik Anadolu’da bakır çok bulunur.
Cam boncukçuları, bakırı ısıtıp suya atarlar. Böylece bakır oksitlenir ve bakır oksit küçük pullar biçiminde suyun içine birikir. Bakır oksit hazır olarak bulunamadığı zaman bu kullanılabilecek en kolay yoldur. Bu yolla elde edilen bakır oksit görünüs bakımından siyah renklidir. Ancak bakırın camcılık yönünden ilginç bir tehlikesi de vardır. Eğer cam karısımını eritme sürecinde, gerekli olan hava yetersiz olursa
maviden yesilimsi-mavi ye, sonra renksizliğe, sonra kırmızıya, kırmızıdan da avanturine denilen saydam olmayan bir kızıl kahverengiye dönüsebilir. Daha da fazla indirgersek, bakır parçacıkları cam içinde ayrılır ve yıldız tası gibi pırıltılı görüntülü bir cam elde edilir. Görüldüğü gibi binlerce yıllık deneylere dayanan yalın görünüslü bir cam fırının içinde gelisen bir dizi olay, maviden baslayan ve çok sasırtıcı biçimde sonuçlanan
çok ilgi çekici yorumlara kadar ulasabilmektedir. Bu karmasık kimyasal olayın teorik yapısını bilmeksizin sadece fırını basında deneyerek ve yasayarak gören bir boncuk ustası için isin baslangıcı ve sonucu arasında ortaya çıkan bu değisik özellikler herhalde çok sasırtıcı ve etkili olmustur. Eski yöntemleri ve malzemeleri geleneksel yollarla kullanan cam boncuk ustalarının mavi rengin değisik matlıkta olanlarını
kullandıkları sık sık görülür. Buradaki ilke mavi rengi matlastırmak değil, beyaz olan opal camın içine gerektiği kadar mavi renk karıstırma islemidir. Böylece opal ve mavi arasındaki karısım değisiklikleriyle çok çesitli tasarım ve tonlarda mavi renkler elde edilmektedir. Opal, oldukça değisik özellikler tasıyan bir cam yapısıdır. Opal cam gerçekte herhangi bir camdır. Diğer camlardan önemli bir değisikliği yoktur. Yalnız içine öyle
bir katkı konmustur ki, soğuma sırasında cama ilginç bir özellik kazandırır. Cam karısımına %5 oranında kalsiyum flüorin eklenip fırında iyice eridiğinde genel görünüsüyle renksizdir. Ama soğurken bir faz ayrımına uğrar ve opallesir. Yapısı cam içinde baska bir camdır. Opalin renklendirilmesinde çesitli yollar kullanılmıstır.
Mesela, pembe opal yapmak için mangan eklenir. Ama gerçekte normal camı renklendiren her sey opali de renklendirir. Opalin tam beyaz olması için ise camın karısımının temiz olması gerekir. Mavi opal için kobalt kullanılmıstır. Mora dönük olan maviler için kobalt, yesile dönük olan maviler için bakır gerekir. Opal
yapımında kullanılan malzeme genellikle zor bulunur ve ısı tekniği açısından bazı önemli incelikleri vardır. Belki de cam boncuk geleneğinde beyaz opalin az kullanılması bu teknik zorluklardan kaynaklanmaktadır. Genel olarak cam teknolojisinde, sarı rengi elde etmek için iki temel kosul vardır. Birincisi, katkı ikincisi ise ısıl islemlerdir. Kadmiyum-selenyum-sülfür, sarı rengi elde etmek için kullanılmıstır. Ama sarı, geleneksel boncuk yapımında en zor ulasılan renklerdendir. Çünkü bu rengin elde edilmesinde çok hassas “ısıl” islemler
gerekir. Örneğin böyle bir karısım eritilip hızla soğutulursa elde edilen renk, kirli kahverengidir. Hatta daha hızlı soğutulursa, yesil bile olur. Rengin sarılığı, sıcak camın kaç derecede ve ne kadar süreyle tutulduğuna bağlıdır. Isı ve süreyle iliskili olarak renkler değisir. Kirli-yesil, kirli-kahverengi, kirli-kavuniçi, turuncu, parlak
kırmızı ve ondan sonra opal sarı gelir. Geleneksel yollarla sürdürülen boncuk fırınlarının soğutma bölmelerinin çesitli kesimleri değisik ısıdadırlar. Böyle bir düsünceye göre biçimlendirilen boncuğun soğutulduğu bölgenin ısısı bile sonuçtaki rengin olusumunu etkileyebilir. Biçimlendirilen camın islenmesi sırasında geçen sürenin uzaması, soğutma süresini kısaltır. Eğer çok çabuk biçimlendirilen bir ürün ise bu defa uzun bir soğutma süresi gerektirir. Eski cam boncuk uygulamalarında, özellikle yüzyıllar öncesinden gelen örneklerden anlasılır ki, biçimlendirme sırasında soğuyan camı, değisik islemler için pek çok kere ısıtmak gerekmistir. Đste bu yüzden de çok parlak ve canlı sarılar elde edilebilmistir. Çünkü biçimlendirme süresinin uzaması aynı zamanda bir anlamda ısıl islem süresi olarak is görmüstür. Zaten bu cam karısımlarında, kolay biçimlendirmek isteğinden ötürü soda oranı yüksektir. Bu da sonuca olumlu yönde etki yapmaktadır. Özet olarak sarı renk Türkçe’de yaygın ve eski bir camcılık terimi olan “tavlama ustalığı” olarak kabul edilebilir. Buradan söyle
bir değisik sonuç da çıkabilir. Geleneksel yolla çalısan boncuk ustası, yaptığı biçim için ayırdığı süreyi uzattıkça, daha basarılı sarı renk elde edebilir. Ama isin ekonomik yanı nedeniyle hızlı çalıstıkça bu kez de sarı renkten uzaklasmaktadır. Sarı ve beyaz renkler, basarılı bir cam ustalığıyla yapılmazsa zamanla çatlaklar
olustururlar. Boncukçular, uzun deneylerin verdiği bilgiyle sarıyı içe, beyazı dısa koyarak bu çatlakları bir ölçüde önlemeye çalısmıslardır. Çünkü iç yüzey, çekme gerilimi dıs yüzeyse basma geriliminde kalır. İç yüzeyde çatlak olusamayacağı için, çatlağın büyümesi zordur. Dıs yüzeyde basınç altında olduğu için, olusan bir çatlak ilerleyemez. Yani boncuk, sarı üzerine mavi renk sarılarak aynı etkiyi verebilecekken
daha pahalı olduğu için, cam ustası mavi boncuk üzerine sarı çizgiyi sarmayı tercih etmistir. Ustaları, geçirdikleri deneylere dayalı olarak kursun, kalay, çinko gibi katkıları da indirgen olarak kullanıp kükürdün sülfat olarak yanıp gitmesini önlemektedir. Yesil renk, camın doğal olarak eğilimli bulunduğu renktir. Camı kendi haline bırakırsanız doğadan aldığı safsızlıklarla yesil olur. Ama tam ve doğru bir yesil için
krom oksit kullanmak gerekmistir. Akdeniz çevresinde kromda çok bulunur. Eğer krom içine demir eklenirse, daha parlak bir yesil elde edilebilir. Zaten kromun büyük bir kısmı, kromik madeni olarak bulunur. Kromikte ise %75 krom oksit, %15 demir oksit vardır. Boncukçulukta yesil çok az kullanılmıstır. Burada bir terslik görülmektedir. Çünkü yesilden kurtulmak zordur. Yani camın kendi rengi yesildir.
Ama en kolay ucuz ve toleranslı olan ikinci renk ise mavidir. Buradan anlasılıyor ki mavi rengin uzun yıllar boyunca insanlar arasında kazandığı özel anlam, boncukçular için çözümü gereken teknolojik bir sorun olarak hep gündemde kalmıstır. Fenikeli antik boncuk ustalarının yapıtlarının bazen yesil armonisi üzerine kurulduğu görülür. Ama yine de, genellikle yesil rengi gerilere itecek renklendirmeler yapıldığı da
gözden kaçmamaktadir. Tam kırmızı genel olarak camcılıkta zor bir renktir. Geleneksel boncuk ustaları
eskiden uzak doğudan gelen bir boya kullanıldığını söylemektedirler. Daha önce
belirtildiği gibi bakır ve kadmiyum selenyum sülfür’den baska, o günün teknolojisinin sınırları içinde kırmızı renk için “altın” kullanılmıs olabilir. Cam tarihinde, zaman zaman yapısında altın kullanılmıs camlarla karsılasılmaktadır. Bu altın katkıları 0,01’in altındadır. Yani 1kg camı kırmızılastırmak için 0,5 gr. Altın
klorür gerekir. Ancak bakırın katkıları önemlidir. Kalay, cam indirgeni olarak gereklidir. Karbon da kullanılabilir. Ama karbonun karısıma kesin bir doğrulukta girmesi gereklidir. Çünkü hemen rengi bozulabilir. Teknik bir yönden elde edilen kırmızının tam bir tonu yoktur. Yani kırmızıyı ya yakalarsınız, ya da kaçar. Elde
edilmesi zor olduğu için boncuk ustaları, hatta genel olarak camcılar kırmızıdan çekinirler. Anadolu’daki cam boncuk ustalarının eskiden kullandıklarını söyledikleri ve Japon boyası dedikleri malzemenin bu amaçla tam olarak hazırlanmıs bir karısım olması gerekir.

Cam Fırınının Hazır Duruma Getirilmesi


Cam boncuk ustaları genellikle sabah sekiz ile aksam 5 arası çalısmalarını sürdürmektedirler. Bu nedenden dolayı fırınların çalısmaya baslamadan iki saat önce
yakılması ve yeterli ısıya gelmesi gerekmektedir. Her gün sıra ile bir usta sabah saat 6’da fırını yakmaktadır. Daha sonra yanan fırın içine belli bir miktarda cam parçaları atılarak eritilmektedir. Fırının belli bir ısıya gelmesi ile cam sıvı hale geldikten sonra
asabe adı verilen çelik çubuk demiri ile karıstırılmakta ve camın iyice eritilip kıvama getirilmesi sağlanmaktadır. Cam ustası, çok miktarda cam kırıklarını fırında eriterek soğumaya bırakıp biriktirmektedir. Sonradan bu birikimden parçalar halinde alıp kullanmaktadır. Bu yöntem cam ustaları için ekonomiktir. Kullanılanlar saf kimyasal malzemeden çok daha önceden üretilmis olan cam kırıkları ve bu camlara değisik renkler kazandıran katkılardır. Ayrıca her defasında yeniden karısım hazırlamak zorunda kalmamaktadırlar

Cam Fırınlarının Yapılışı


Genellikle yuvarlak ya da oval sekildeki boncuk ocakları (furun-fırın), bu isi bilen ustalar tarafından yapılır. Ocağın duvarları, duzeltilmis zemin uzerine 12 sıra ates tuğlası ve kil kullanılarak nal biciminde orulur. Bu bolumun uzerinde yine ates tuğlalarıyla pencere sayısına gore odalar bolunur. Daha sonra killi toprak ile sıvanmaktadır. Fırının altından yukarı doğru bir daralma gorulmektedir. Tepesi iceriden duz, ustu hafif kubbemsidir. Tavanın iceriden duz olması, ısının her yana yayılmasını sağlamakta toprak ile sıvanmıs kubbemsi dıs ust de fırına dısarıdan basınc yapmaktadır. Fırının icine konan camı eritebilmesi icin en az 800 °C lik ısıya ihtiyac vardır. Fırınlarda ısı derecesi 800-1200 °C arasında değismektedir. Fırının ici aynen macun tablasını andırmaktadır. Ucgenlerden meydana gelmis olan bu bolmelerin her birine rakup adı verilmektedir. Her rengin bir rakubu bulunmaktadır. Bu rakupların yuksekliği 10 cm’dir. Bu rakup denen cam canaklarını ayıran bolmelere de sert adı verilmektedir. Her cam ustasının serti ayrıdır ve her sertte 10kg cam bulunmaktadır. Sadece cam odunu kullanılan ocağın ates yakılan bolumune kapı denilmektedir. Ocağın ustundeki, yarım kubbe bicimli kısmına tepe kapağı, boncuk islendikten sonra soğumaya bırakıldığı bolume kavara adı verilmektedir. Ocak icerisinde erimis camın alınması icin acılan deliğe pencere denir. Bu toprak fırınlar surekli olarak yakıldığı icin ancak bir yıl gibi bir sure dayanmaktadır(M. Sur ile kisisel iletisim, 24 Nisan 2009). Fırınların yakılmasında cam odunu kullanılmaktadır. Nedeni ise cam odunun kısa surede 800-1200°C’lik ısıya ulasabilmesidir. Ayrıca cam boncuklara parlaklık vermesi ve yandığı zaman cok az kul bırakması cam odunun tercih sebepleri arasındadır. Cam odunlarının her fırın uzerinde tavana asılı ızgaralar uzerine kuruması icin bırakıldığı bolumde yer almaktadır.

31 Ağustos 2011 Çarşamba

İslam Dinine Göre Nazar Anlayışı


Kur’an’ı inceledigimizde terim anlamı itibariyle nazarın yani göz degmesinin
Kur’an’da açıkça bulunmadıgını görüyoruz. Bununla beraber Kur’an’da nazara isaret eden
dört tane ayet-i kerimenin olugunu konuyla ilgili rivayetlerden ve degerli müfessirlerimizin
tefsirlerinden ögreniyoruz.
Nazar konusuna isaret eden ayetlere gelince; bunlar, Yusuf suresindeki 67. ve 68.
ayetler, Kalem suresindeki 51 ve 52. ayetler, Kehf suresi 39. ayet ve Felak Suresidir.
Nazar kavramı bu gün için pozitif bilimin metotları ve kurallarınca
açıklanamadıgından dolayı mahiyeti ve meydana gelisiyle alakalı kesin bir sey söylemek
mümkün degildir. Fakat konuyla alakalı gerek slam âlimlerinin gerekse parapsikolojiyle
ugrasan bilim adamlarının farklı yorum ve tespitleri mevcuttur. Bunlardan bazılarını
sunlardır:
bn Kayyım el-Cevzi (v. 751) nazarı ruhun karsı bedene olan etkisi ile açıklar ve
nazar hadisesinin ruhi bir olay oldugunu ifade ederek bu durumu söyle izah eder:
“Süphesiz ki Allah Teala beden ve ruhlarda çesitli güç ve tabiatlar yaratmıs, birçoguna da
özellikler ve etkili sekiller vermistir. Akıl sahibi bir kimsenin ruhun bedene olan tesirini
kabul etmemesi mümkün degildir. Nazar olayında meydana gelen etki her ne kadar göze
nispet edilse de gerçekte ruha aittir. Ruhların tabiatı, gücü, nitelikleri ve özellikleri
birbirinden farklıdır. Haset eden karsısındakini çekemeyen, kisinin ruhu haset edilen kisiye
açıkça zarar verir. Gerçekte nazarın esası budur. Çünkü haset eden nefiste habis bir olusum
meydana gelir ve haset edinilenle karsılasarak ona etki eder.”
Nevevî nazarın mahiyetiyle alakalı olarak Maziri’nin söyle söyledigini
aktarmaktadır: “Nazar esnasında nazarı degen kisiden bir zehir çıkar ve kendisine nazar
degen kisiye ulasır. Ayrıca nazarı dege kisi baktıgında gözünden bir sıcaklık, ates çıkar,
vücudunu hararet basar ve zarar verir. Tıpkı beyaz benekli yılanlardan çıkarak insanlara
ulasan zehirli güç gibi, bu çesit yılanlar insana bir göz attıgında tıpkı nazar gibi insana
zarar verir.”
Fahreddin Razi de bn Kayyım gibi nazarın ruhi bir hadise oldugunu söylemekle
beraber nazarın kıskançlık ve hasetten dolayı meydana gelebilecegi gibi asırı bir sevgiden
dolayı da meydana gelebilecegini söylemektedir. Razi, bu durumu da söyle izah eder: “Bir
kimse bir seyin güzel oldugunu güzelligi üzere kalmasını ister ve yine bazen de, haset eden
kimsenin düsmanının elindeki seye karsı haset duydugu zaman ki gibi onun o güzelligi
üzere kalmasını istemez. Binaenaleyh, birinci durum olursa bu kimsede, bu güzel görme
esnasında o güzelligin kaybolacagına dair siddetli bir korku meydana gelir. Siddetli
korkuda, ruhun, kalbin içinde sıkısıp kalmasını iktiza eder. ste o zaman ruh ve kalp çok
ısınır. O zaman, ruh-i bâsire de, kuvvetli ve sıcak bir hal meydana gelir. kinci durum söz
konusu oldugunda bu güzel görme esnasında siddetli bir haset ve bu nimetin düsmanın
elinde olması sebebiyle de büyük bir hüzün, keder meydana gelir. Hüzün ve kederde yine
ruhun kalp içinde sıkısıp kalmasına sebep olur. Bu durumda da siddetli bir ısınma meydana
gelir.37” ste bu ruhun ısınması, gözler aracılıgı ile karsı tarafa ulasarak onu etkilemektedir.
bn Haldun (v. 808/1406) Mukaddime adlı eserinde nazarı nefsi ve ruhi bir tesir
olarak ifade edip, göz degmesinin gayr-i ihtiyari olarak vuku buldugunu söyler ve bu
durumu söyle izah eder: “Göz degmesi de nefsi ve ruhi olan tesirler gibidir. Göz degmesi,
bir kimsenin gözüyle herhangi bir insanı veyahut bir durumu gördügünde son derece
begenip, son derece güzel bularak o nesneye bakmasının bir sonucu olarak, o nesne ve o
varlıklara bu sekilde bakan kimsenin nefsinin, yani ruhunun tesir etmesinden ibarettir.
stidat sahibi olan kimsenin gözüyle, bu suretle son derece güzel bularak bakmasından
kıskançlık dogar. Bu kıskançlık o güzelligi o varlıklardan çekip almak istemek oldugundan
bu, o varlıgın hal ve durunun bozulmasına tesir eder. Böylece göz degmesi tabi ve
yaradılıstan gelme bir özelliktir. Göz degmesi özelliginin tesiriyle yukarıda andıgımız
tesirler arasında ayrılık sudur: Göz degmesi tabiat ve yaradılıstan gelme bir özellik oldugu
için degismez, bakan kimsenin o varlıga tesiri istek ve dilegine de baglı degildir. Bu özellik
gayret ve emek sarf etmekle de elde edilmez, yukarıda anladıgımız tesirler arasında her ne
kadar tabii olanları ve yaradılıstan gelenleri var ise de tesir ede bilmesi için istidat
sahibinin tesiri istemesi ve düsünmesi gerekir. Bu tesirlerin yaradılıstan gelen tarafı
tesirin istidat sahibinden çıkması kuvvetidir, bu çıkısın kendisi ise yaradılıstan gelme bir
hal degildir. Bundan dolayı bilginler sihir ve keramet ile adam öldüren kimse öldürülür ise
de, gözünün degmesi ile bir kimsenin ölümüne sebep olan kisi öldürülmez, derler. Bunun
sebebi göz degmesi halinin göz sahibinin ihtiyar ve arzusuna baglı olmadan bu özelligin
yaradılıstan gelme bir hal olup, degmenin zorla ondan sadır olmasıdır.”
Konyalı Mehmet Vehbi Efendi (v. 1949), nazarın mahiyetini ve nasıl
gerçeklestigini söyle izah ediyor: “Nazar, bir cismin diger bir cisme tesir etmesidir ki, bu
da bir gerçektir. Mesela, yılan ve akrep gibi zararlı yaratıkların ısırmaları esnasında o
zehrin etkisiz bir hale getirilmesinde doktorların onu tedavi için verdikleri ilaçların her
birinin ayrı ayrı tesiri, hep bir cismin diger cisme tesiri kabilindendir. Su halde bir sahsın
gözünden çıkan ufacık bir cevherin diger bir sahsa isabetle mavzer kursunu gibi onu helak
ve ifsat etmesinde aklın kabul edemeyecegi bir engel yoktur.”
Yazır, ise farklı bir degerlendirme yaparak bakısların niyet ve düsünceye baglı
olarak iyi ve yakutta kötü bir sekilde karsı taraf üzerinde hükmünün oldugunu, bununda
manevi bir etki olabilecegi gibi maddi bir müdahalenin de söz konusu olabilecegini söyler
ve bunu söyle açıklar: “Öfkenin bedende bir hükmü ve tesiri oldugu gibi, gözlerin de
karsılarındakine bakıslarına göre, iyi veya kötü bir hükmü vardır. Kimi elektrik gibi
dokunur, çarpar, mıknatıslar, manyetize eder; kimi tutkun olur, kimide aldıgı etkiyle
kıskançlıgından bir öfkeye düser, türlü türlü suikastlara, tuzaklara kalkısır ki maddi ve
manevi bunun hangisi olursa olsun hedefine ulastıgında göz isabet etmesi göz degmesi
veya nazar denilen sey olur.”40 Yazır, bu yorumuyla manevi bir mesele olan nazar
konusunu pozitivist bir sekilde izah etmektedir.
Nazarın mahiyeti ve meydana gelisini anlayabilmek için, nazarın varlıgını kabul
eden slam âlimlerinden bazılarının görüslerini naklettikten sonra, son dönemlerde konuyu
biyoenerji açısından inceleyen bazı bilim adamlarının görüslerini de elealıcaz. Bunların
basında uzun yıllar Azerbaycan’da kalan ve biyoenerji ile alakalı arastırmalar yapan Prof.
Dr. Ahmet Maranki ve Elmas Maranki çiftidir. “Kozmik Bilim ve Bilinçte Yasam Enerjisi”
adlı eserlerinde konuyu söyle izah etmektedirler: Her insanın bedeninden yayılan manyetik
enerji alanı vardır. Bu, bazılarında negatiftir. Bazılarında da pozitiftir. Negatif enerji yüklü
birisi insanların aurasını düsünce ve bakıslarıyla delebilip, onun bedenine girip enerjisini
emebilir, o insanı bitkin düsürebilir, hastalandıra bilir, hatta ölüm derecesine getirebilir.
Semiyon-Velantino Kirlian adlı Rus bilimcisi çift, Kirlian fotografı ile canlılardan yayılan
enerjiyi (aura) tespit etmistir. Yapılan onlarca deney neticesinde, deneklerin muhtemel
emosyonel vaziyetlerinde yani farklı duygu hallerinde yapılan ölçümler ve çekilmis
görüntüler bize gösterir ki, bu ısıklanmadaki çesitli renkler ve parlaklıklar denegin psisik
vaziyeti baglı olarak degismektedir. Kozmik bilme göre nazar yani menfi bakıstan
korunmamız lazım. Bakıs bir enerji olup müspet olursa müspet, menfi bakılırsa inegin
ölmesi, baktıgımız insanların kayıp düsmesi, kırılmalar gibi hadiseler her an bizi magdur
edebilir.
Altan Altanoglu “Düsüncenin Enerjiye Dönüsümü” adlı eserinde nazarın “Gözden
beyne gönderilen mesajların, beyinde düsünce sistemiyle enerjiye dönüstükten sonra yine
gözden çıkarak hedefine dogru büyük bir hızla ilerleyip menzilinde meydana getirdigi
tahribat” olarak ifade edip söyle açıklamaktadır: “Dikkatli bakıslar, bir kisi üzerinde
yogunlastıgına da muhatap konumunda olan kisi rahatsız olur. Yogun ilgi ve dikkat kisinin
cesaretini kırabilir. Kisiye elestiri gözüyle bakılması onun dengesini yitirmesine ve
sınırlamalarının farkına varmasına neden olabilir. Böylece korku ve ürperme olayı
meydana gelir. Kin, nefret, kıskançlık ve çekememezlik duygularıyla dolu olan bakısların
hedefi haline gelen kiside korku ve ürperme, yüzünde sararma, kalp atıslarının hızlanması
gibi belirtiler görülür. Korku ve ürperti yapılmaması ve söylenmemesi gereken seyler
yaptırır ve söyletir; rahat ve dengeli olmak gerekirken tam tersi duyguları hissettirir.
Herkes bu atmosferden kurtulup güven ve huzurla yoluna devam etmek ister. Ancak bu
hemen mümkün olabilir mi? Çünkü üzerinde yogunlasan enerjinin düsüncenin enerjiye
dönüsümünün etkileri vardır.”

Dokumada Kullanılan Nazar Motifleri


Nazar Boncuğu: Halılarda, kilimlerde genellikle göz şeklinde, mavi içine beyaz nokta
işlenerek ya da motifler arasında üçgen şeklinde görülür. Dokuyanın evini, mutluluğunu
engelleyen kötü nazardan ve kem gözden koruduğuna inanılan ve yere serilen bir çeşit
nazarlıktır. Bunlar genellikle 3’lü 5’li 7’li öğelerdir.
Bir diğer kullanım biçimleriyse halının ya da kilimin bir köşesine koruma amaçlı
yapılan küçücük göz şeklinde eklentilerdir bu eklenti bazen de motifin bilinçli olarak
yanlış yapılması olarak da görülür amaç fazla beğenilip, kusursuz bulunup nazar
değmesinden korumaktır. Fotoğraf: 70’de görülen kilim üzerinde bir noktaya yapılan
göz motifi nazarlık amaçlıdır, aynı şekilde fotoğraf: 71’de kenarda görülen şekilse bir
motif olmayıp sadece nazarlık amaçlı yapılan aslında kusurlu motif olmayan bir
şekildir.
Bazı insanların kötülüğe, zarara, şansızlığa ve hatta ölüme bile sebep olan güçlü
bakışları olduğuna inanılır. Göz motifleri, insan gözünün kem bakışlara karşı en iyi
koruyucu olduğu inancından dolayı ortaya çıkarılmıştır. Bu motif nazara karşı
kullanılan motiflerin başında gelir, hemen her halıda mutlaka bulunur.
Genellikle geometrik şekillerde işlenir. Dokumalardaki göz motifi yörelere göre
değişiklik gösterir. Göz; üçgen, kare, dörtgen, eş kenar dörtgen veya bir haçla dörde
bölünmüş olan eş kenar dörtgen, bazen sivri bir kaşın altına bazen de bir dörtgenin içine
işlenen bir nokta ile belirtilir

Takılarda Kullanılan Nazar Simgeleri


Dünya kültürünü zenginleştiren farklılıklar en çok takı alanında kendini gösterir.
Takılar, geçmişten günümüze geçirdikleri değişim evreleriyle toplumların yaşantılarına
da ışık tutar. Her toplum kendi takı geleneğini oluştururken farklı nesnelere benzer
anlamlar yüklemiştir.
Takı takma geleneği, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde kullanım amacına göre isim
alır. Bu takıların hemen hepsinin kendine özgü anlamı ve hikâyesi vardır. Bunlar
bereket, sabır, kimi zaman uğur veya gözden sakınma, kimi zaman da kötülüklere karşı
korunmadır.
Anadolu’da kadınların yanı sıra erkeklerin de kötülüklerden korunmak amacıyla,
üzerinde taşıdıkları gümüş süs eşyaları vardır. Gümüş ve maden düğmeler, yüzükler,
köstekler ve bunların ucunda sallanan gümüşten elle yapılmış süsler, silah kabzalarında
ve tütün tabakalarında görülen savat işçiliği, gümüş ve mercanla işlenmiş kırbaç uçları
bu eşyalar içinde yer alır.
İnanışlara göre, nazardan korunmanın en yaygın yöntemi, çeşitli tılsımlar
taşımaktır. Örneğin sol bileğe takılan kırmızı bilezik, kırmızının aktif bir renk olarak
bakışları yakaladığı ve onlardaki saldırganlığı gerisin geriye sahibine gönderdiği inancı
söz konusudur. Mavi nazar boncukları da en yaygın tılsımlar arasındadır ve muhtemelen
‘aynı kutuplar birbirini iter’ ilkesinden yola çıkmaktadır. Çünkü mavi gözlüler
Ortadoğu’da kötü bakışın sahipleri olarak görülürlerdi. Bununla birlikte, mavi renk
koruyucu kabul edilir; çünkü mavi aynı zamanda, gökyüzünün rengidir. Eski kültürlerde
yaygın olarak rastlanan ve bizim ‘Fatma Ana’mızın Eli’ olarak bildiğimiz hamsa adlı
tılsımın da rengi genellikle mavidir. Bu, beş parmağın ve avuç içinin belirgin bir şekilde
görüldüğü, ortasında bir göz işareti bulunan bir tür el ikonudur.
Bunların yanı sıra, çeşitli kuş tüyleri, taş ve kaya parçaları ve üzerinde göze benzer
şekiller seçilebilen deniz kabukları, nazara karşı etkili olarak kabul edilip tılsımlarda
kullanılır. Bunun mantığı, kötü bakışa sahip olan gözün dikkatini parlak ve cazip
objelere çekmektir; çünkü nazarın tüm potansiyelinin, ilk bakışta açığa çıktığı
düşünülür. Altın, gümüş ve türkuaz gibi değerli taşların kullanıldığı diğer mücevherler
de, kimi zaman bakışları üzerinde toplayıcı unsurlar olarak aynı amaçla
kullanılır.
Türk giyim-kuşamında elbise ve takılar (baş, el, kol)kullanım olarak çeşitlilik ve
gelişme göstererek kültüre ait ürünler olarak şekil kazanmıştır. Kültüre ait ürünler
olmasında kullanılan malzemelerin Türk inanç ve toplum yapısına göre sembolize edilip
ve bu sembol haline gelen malzemelere verilen manalar, işlenen motiflerle, renklerle
desteklenerek “Türk’e ait “bir mahiyet kazanmıştır. Tüm bunlara rağmen “Türk’e ait
“olarak kültüre has olarak gelenek şeklinde toplumda bir nevi iletişimi sağladığı gibi
inanç boyutu şeklinde korunma ve de ekonomik gösterge olarak da sembolize
olunmuştur.

Takı ve Boncuklar


Takıların ilk kez ne zaman ve ne amaçla kullanıldığı hakkında kesin bir bilgi
olmamakla birlikte, geçmişinin insanlık tarihi kadar eski olduğu ve doğa- inanç ilişkisi
sonucu oluştuğu tahmin edilmektedir.
Otuz bin yıl önce ölümün sessizliğinden doğdu takılar. İnsanoğlu, yanı başında
susan nefesin geri dönmeyeceğini anladığında, belki son bir kez daha onu kutsamak,
gittiği yerde huzur duymasını sağlamak, karanlığın kötülüklerinden korumak için
mezarına taşlardan, boynuz ve kemiklerden, deniz kabuklarından yapılma boncuk
dizileri, bilezikler ve yüzükler koydu. Sonra başa çıkamadığı kötülüklerden,
tehlikelerden kendisini de korumak için boynunu, kollarını, ellerini, başını, ayaklarını
takılarla donattı; onları tanrılarına sundu. Bir de baktı ki volkanik camlara yansıyan
görüntüsü, takılarla daha farklı, daha güzel. İşte dinin ötesine geçtiği o andan sonra
taktıklarını bir daha hiç çıkartmadı; takıların güzelliğinde kendi güzelliğini buldu.
Zamanın içinden sessizce geçerken onları en parlak, en göz alıcı madenlerle, taşlarla
bezedi.
Binlerce yıldır genellikle kadınlar tarafından daha zarif görünmek amacıyla
kullanılan takılar, kişinin bulunduğu sosyal statüsünü ve kimliğini temsil etmesinin yanı
sıra değişik işlevleri bulunmaktaydı. Takı, kişinin kendisini güzel hissetmek ya da güzel
göstermek istemesinin dışında, onu taşıyanı kem gözlerden korumak için tasarlanmış bir
nesnedir ve bir ilişki kurma biçimidir.
Süslenme, süs ve takı kullanma; ilk çağlarda bir inanca dayalı olarak veya süslenme
gereksinimiyle ortaya çıkmış ve gelenekselleşerek günümüze kadar gelmiştir. Küçük
topluluklar halinde yaşayan kabilelerin kendi örf, adet, görenekleri doğrultusunda
yaşadıkları coğrafi çevreden temin edebildikleri doğal malzemelerle tasarladıkları
takılar geleneklerle de bütünleşip sembolik anlamlar yüklenerek günümüze
ulaşmışlardır.
Eski çağlarda insanlar takıları, süslenmek için değil inançlarını ifade ettiği, kötülük
ve tehlikelerden koruduğu için takmışlardı. Takı ve aksesuarlara ait bulgulara
günümüzden 30 bin yıl öncesinde üst paleolitik dönemde mağara duvar resimlerinde,
küçük kadın heykellerinde rastlanılır.
Taş, metal, ağaç, kemik, kumaş, cam gibi temel maddelerin yanı sıra, artık
malzemelerden de elde edilen birçok takı güçlü bir kültürel birikimin geçmişten
günümüze yansıyan örnekleridir. Takılar süslenmenin dışında, inançlara ve geleneklere
bağlı kalarak da hazırlanmakta, bu amaçla hazırlanan takılar, toplumun inançlarını
yansıtması bakımından da kutsal sayılmaktadır.
Süslenme ve takı takma geleneği kadınların yanı sıra çocuklarda ve yetişkin
erkeklerde de görülen bir olgudur.
Takı, kişinin kendisini güzel hissetmek ya da güzel göstermek istemesinin dışında,
onu taşıyanı kem gözlerden korumak için tasarlanmış bir nesnedir ve bir ilişki kurma
biçimidir. Takılar ifade ettikleri anlamlar ile toplumda yerleşmiş inançları yansıtırlar.
Kolye, taç, bilezik, iğne, kemer, yüzük, küpe, halhal gibi formlarıyla Mezopotamya,
Mısır, Helen, Etrüsk, Roma krallarının ve egemen sınıfların taktıkları görkemli
biçimleriyle din ve devlet gücünün de simgesidir.
Türk kültürünün en önemli ürünü olan bu korunma amaçlı gelenek, Şamanist, gök
tanrı ve İslam inancının özellikleri ile de şekillenerek günümüze kadar Anadolu Türk
kadınının giyiminde yer edinmiştir.
Kadınların çeşitli takılar takarak süslenmelerini insanlık tarihi kadar eski olduğunu
söyleyebildiğimiz gibi, Türklerde süslenme ve takı takma alışkanlığına“doğumla
başlayıp ömür boyu sürer” diyebiliriz.