Pages

31 Ağustos 2011 Çarşamba

İslam Dinine Göre Nazar Anlayışı


Kur’an’ı inceledigimizde terim anlamı itibariyle nazarın yani göz degmesinin
Kur’an’da açıkça bulunmadıgını görüyoruz. Bununla beraber Kur’an’da nazara isaret eden
dört tane ayet-i kerimenin olugunu konuyla ilgili rivayetlerden ve degerli müfessirlerimizin
tefsirlerinden ögreniyoruz.
Nazar konusuna isaret eden ayetlere gelince; bunlar, Yusuf suresindeki 67. ve 68.
ayetler, Kalem suresindeki 51 ve 52. ayetler, Kehf suresi 39. ayet ve Felak Suresidir.
Nazar kavramı bu gün için pozitif bilimin metotları ve kurallarınca
açıklanamadıgından dolayı mahiyeti ve meydana gelisiyle alakalı kesin bir sey söylemek
mümkün degildir. Fakat konuyla alakalı gerek slam âlimlerinin gerekse parapsikolojiyle
ugrasan bilim adamlarının farklı yorum ve tespitleri mevcuttur. Bunlardan bazılarını
sunlardır:
bn Kayyım el-Cevzi (v. 751) nazarı ruhun karsı bedene olan etkisi ile açıklar ve
nazar hadisesinin ruhi bir olay oldugunu ifade ederek bu durumu söyle izah eder:
“Süphesiz ki Allah Teala beden ve ruhlarda çesitli güç ve tabiatlar yaratmıs, birçoguna da
özellikler ve etkili sekiller vermistir. Akıl sahibi bir kimsenin ruhun bedene olan tesirini
kabul etmemesi mümkün degildir. Nazar olayında meydana gelen etki her ne kadar göze
nispet edilse de gerçekte ruha aittir. Ruhların tabiatı, gücü, nitelikleri ve özellikleri
birbirinden farklıdır. Haset eden karsısındakini çekemeyen, kisinin ruhu haset edilen kisiye
açıkça zarar verir. Gerçekte nazarın esası budur. Çünkü haset eden nefiste habis bir olusum
meydana gelir ve haset edinilenle karsılasarak ona etki eder.”
Nevevî nazarın mahiyetiyle alakalı olarak Maziri’nin söyle söyledigini
aktarmaktadır: “Nazar esnasında nazarı degen kisiden bir zehir çıkar ve kendisine nazar
degen kisiye ulasır. Ayrıca nazarı dege kisi baktıgında gözünden bir sıcaklık, ates çıkar,
vücudunu hararet basar ve zarar verir. Tıpkı beyaz benekli yılanlardan çıkarak insanlara
ulasan zehirli güç gibi, bu çesit yılanlar insana bir göz attıgında tıpkı nazar gibi insana
zarar verir.”
Fahreddin Razi de bn Kayyım gibi nazarın ruhi bir hadise oldugunu söylemekle
beraber nazarın kıskançlık ve hasetten dolayı meydana gelebilecegi gibi asırı bir sevgiden
dolayı da meydana gelebilecegini söylemektedir. Razi, bu durumu da söyle izah eder: “Bir
kimse bir seyin güzel oldugunu güzelligi üzere kalmasını ister ve yine bazen de, haset eden
kimsenin düsmanının elindeki seye karsı haset duydugu zaman ki gibi onun o güzelligi
üzere kalmasını istemez. Binaenaleyh, birinci durum olursa bu kimsede, bu güzel görme
esnasında o güzelligin kaybolacagına dair siddetli bir korku meydana gelir. Siddetli
korkuda, ruhun, kalbin içinde sıkısıp kalmasını iktiza eder. ste o zaman ruh ve kalp çok
ısınır. O zaman, ruh-i bâsire de, kuvvetli ve sıcak bir hal meydana gelir. kinci durum söz
konusu oldugunda bu güzel görme esnasında siddetli bir haset ve bu nimetin düsmanın
elinde olması sebebiyle de büyük bir hüzün, keder meydana gelir. Hüzün ve kederde yine
ruhun kalp içinde sıkısıp kalmasına sebep olur. Bu durumda da siddetli bir ısınma meydana
gelir.37” ste bu ruhun ısınması, gözler aracılıgı ile karsı tarafa ulasarak onu etkilemektedir.
bn Haldun (v. 808/1406) Mukaddime adlı eserinde nazarı nefsi ve ruhi bir tesir
olarak ifade edip, göz degmesinin gayr-i ihtiyari olarak vuku buldugunu söyler ve bu
durumu söyle izah eder: “Göz degmesi de nefsi ve ruhi olan tesirler gibidir. Göz degmesi,
bir kimsenin gözüyle herhangi bir insanı veyahut bir durumu gördügünde son derece
begenip, son derece güzel bularak o nesneye bakmasının bir sonucu olarak, o nesne ve o
varlıklara bu sekilde bakan kimsenin nefsinin, yani ruhunun tesir etmesinden ibarettir.
stidat sahibi olan kimsenin gözüyle, bu suretle son derece güzel bularak bakmasından
kıskançlık dogar. Bu kıskançlık o güzelligi o varlıklardan çekip almak istemek oldugundan
bu, o varlıgın hal ve durunun bozulmasına tesir eder. Böylece göz degmesi tabi ve
yaradılıstan gelme bir özelliktir. Göz degmesi özelliginin tesiriyle yukarıda andıgımız
tesirler arasında ayrılık sudur: Göz degmesi tabiat ve yaradılıstan gelme bir özellik oldugu
için degismez, bakan kimsenin o varlıga tesiri istek ve dilegine de baglı degildir. Bu özellik
gayret ve emek sarf etmekle de elde edilmez, yukarıda anladıgımız tesirler arasında her ne
kadar tabii olanları ve yaradılıstan gelenleri var ise de tesir ede bilmesi için istidat
sahibinin tesiri istemesi ve düsünmesi gerekir. Bu tesirlerin yaradılıstan gelen tarafı
tesirin istidat sahibinden çıkması kuvvetidir, bu çıkısın kendisi ise yaradılıstan gelme bir
hal degildir. Bundan dolayı bilginler sihir ve keramet ile adam öldüren kimse öldürülür ise
de, gözünün degmesi ile bir kimsenin ölümüne sebep olan kisi öldürülmez, derler. Bunun
sebebi göz degmesi halinin göz sahibinin ihtiyar ve arzusuna baglı olmadan bu özelligin
yaradılıstan gelme bir hal olup, degmenin zorla ondan sadır olmasıdır.”
Konyalı Mehmet Vehbi Efendi (v. 1949), nazarın mahiyetini ve nasıl
gerçeklestigini söyle izah ediyor: “Nazar, bir cismin diger bir cisme tesir etmesidir ki, bu
da bir gerçektir. Mesela, yılan ve akrep gibi zararlı yaratıkların ısırmaları esnasında o
zehrin etkisiz bir hale getirilmesinde doktorların onu tedavi için verdikleri ilaçların her
birinin ayrı ayrı tesiri, hep bir cismin diger cisme tesiri kabilindendir. Su halde bir sahsın
gözünden çıkan ufacık bir cevherin diger bir sahsa isabetle mavzer kursunu gibi onu helak
ve ifsat etmesinde aklın kabul edemeyecegi bir engel yoktur.”
Yazır, ise farklı bir degerlendirme yaparak bakısların niyet ve düsünceye baglı
olarak iyi ve yakutta kötü bir sekilde karsı taraf üzerinde hükmünün oldugunu, bununda
manevi bir etki olabilecegi gibi maddi bir müdahalenin de söz konusu olabilecegini söyler
ve bunu söyle açıklar: “Öfkenin bedende bir hükmü ve tesiri oldugu gibi, gözlerin de
karsılarındakine bakıslarına göre, iyi veya kötü bir hükmü vardır. Kimi elektrik gibi
dokunur, çarpar, mıknatıslar, manyetize eder; kimi tutkun olur, kimide aldıgı etkiyle
kıskançlıgından bir öfkeye düser, türlü türlü suikastlara, tuzaklara kalkısır ki maddi ve
manevi bunun hangisi olursa olsun hedefine ulastıgında göz isabet etmesi göz degmesi
veya nazar denilen sey olur.”40 Yazır, bu yorumuyla manevi bir mesele olan nazar
konusunu pozitivist bir sekilde izah etmektedir.
Nazarın mahiyeti ve meydana gelisini anlayabilmek için, nazarın varlıgını kabul
eden slam âlimlerinden bazılarının görüslerini naklettikten sonra, son dönemlerde konuyu
biyoenerji açısından inceleyen bazı bilim adamlarının görüslerini de elealıcaz. Bunların
basında uzun yıllar Azerbaycan’da kalan ve biyoenerji ile alakalı arastırmalar yapan Prof.
Dr. Ahmet Maranki ve Elmas Maranki çiftidir. “Kozmik Bilim ve Bilinçte Yasam Enerjisi”
adlı eserlerinde konuyu söyle izah etmektedirler: Her insanın bedeninden yayılan manyetik
enerji alanı vardır. Bu, bazılarında negatiftir. Bazılarında da pozitiftir. Negatif enerji yüklü
birisi insanların aurasını düsünce ve bakıslarıyla delebilip, onun bedenine girip enerjisini
emebilir, o insanı bitkin düsürebilir, hastalandıra bilir, hatta ölüm derecesine getirebilir.
Semiyon-Velantino Kirlian adlı Rus bilimcisi çift, Kirlian fotografı ile canlılardan yayılan
enerjiyi (aura) tespit etmistir. Yapılan onlarca deney neticesinde, deneklerin muhtemel
emosyonel vaziyetlerinde yani farklı duygu hallerinde yapılan ölçümler ve çekilmis
görüntüler bize gösterir ki, bu ısıklanmadaki çesitli renkler ve parlaklıklar denegin psisik
vaziyeti baglı olarak degismektedir. Kozmik bilme göre nazar yani menfi bakıstan
korunmamız lazım. Bakıs bir enerji olup müspet olursa müspet, menfi bakılırsa inegin
ölmesi, baktıgımız insanların kayıp düsmesi, kırılmalar gibi hadiseler her an bizi magdur
edebilir.
Altan Altanoglu “Düsüncenin Enerjiye Dönüsümü” adlı eserinde nazarın “Gözden
beyne gönderilen mesajların, beyinde düsünce sistemiyle enerjiye dönüstükten sonra yine
gözden çıkarak hedefine dogru büyük bir hızla ilerleyip menzilinde meydana getirdigi
tahribat” olarak ifade edip söyle açıklamaktadır: “Dikkatli bakıslar, bir kisi üzerinde
yogunlastıgına da muhatap konumunda olan kisi rahatsız olur. Yogun ilgi ve dikkat kisinin
cesaretini kırabilir. Kisiye elestiri gözüyle bakılması onun dengesini yitirmesine ve
sınırlamalarının farkına varmasına neden olabilir. Böylece korku ve ürperme olayı
meydana gelir. Kin, nefret, kıskançlık ve çekememezlik duygularıyla dolu olan bakısların
hedefi haline gelen kiside korku ve ürperme, yüzünde sararma, kalp atıslarının hızlanması
gibi belirtiler görülür. Korku ve ürperti yapılmaması ve söylenmemesi gereken seyler
yaptırır ve söyletir; rahat ve dengeli olmak gerekirken tam tersi duyguları hissettirir.
Herkes bu atmosferden kurtulup güven ve huzurla yoluna devam etmek ister. Ancak bu
hemen mümkün olabilir mi? Çünkü üzerinde yogunlasan enerjinin düsüncenin enerjiye
dönüsümünün etkileri vardır.”

Dokumada Kullanılan Nazar Motifleri


Nazar Boncuğu: Halılarda, kilimlerde genellikle göz şeklinde, mavi içine beyaz nokta
işlenerek ya da motifler arasında üçgen şeklinde görülür. Dokuyanın evini, mutluluğunu
engelleyen kötü nazardan ve kem gözden koruduğuna inanılan ve yere serilen bir çeşit
nazarlıktır. Bunlar genellikle 3’lü 5’li 7’li öğelerdir.
Bir diğer kullanım biçimleriyse halının ya da kilimin bir köşesine koruma amaçlı
yapılan küçücük göz şeklinde eklentilerdir bu eklenti bazen de motifin bilinçli olarak
yanlış yapılması olarak da görülür amaç fazla beğenilip, kusursuz bulunup nazar
değmesinden korumaktır. Fotoğraf: 70’de görülen kilim üzerinde bir noktaya yapılan
göz motifi nazarlık amaçlıdır, aynı şekilde fotoğraf: 71’de kenarda görülen şekilse bir
motif olmayıp sadece nazarlık amaçlı yapılan aslında kusurlu motif olmayan bir
şekildir.
Bazı insanların kötülüğe, zarara, şansızlığa ve hatta ölüme bile sebep olan güçlü
bakışları olduğuna inanılır. Göz motifleri, insan gözünün kem bakışlara karşı en iyi
koruyucu olduğu inancından dolayı ortaya çıkarılmıştır. Bu motif nazara karşı
kullanılan motiflerin başında gelir, hemen her halıda mutlaka bulunur.
Genellikle geometrik şekillerde işlenir. Dokumalardaki göz motifi yörelere göre
değişiklik gösterir. Göz; üçgen, kare, dörtgen, eş kenar dörtgen veya bir haçla dörde
bölünmüş olan eş kenar dörtgen, bazen sivri bir kaşın altına bazen de bir dörtgenin içine
işlenen bir nokta ile belirtilir

Takılarda Kullanılan Nazar Simgeleri


Dünya kültürünü zenginleştiren farklılıklar en çok takı alanında kendini gösterir.
Takılar, geçmişten günümüze geçirdikleri değişim evreleriyle toplumların yaşantılarına
da ışık tutar. Her toplum kendi takı geleneğini oluştururken farklı nesnelere benzer
anlamlar yüklemiştir.
Takı takma geleneği, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde kullanım amacına göre isim
alır. Bu takıların hemen hepsinin kendine özgü anlamı ve hikâyesi vardır. Bunlar
bereket, sabır, kimi zaman uğur veya gözden sakınma, kimi zaman da kötülüklere karşı
korunmadır.
Anadolu’da kadınların yanı sıra erkeklerin de kötülüklerden korunmak amacıyla,
üzerinde taşıdıkları gümüş süs eşyaları vardır. Gümüş ve maden düğmeler, yüzükler,
köstekler ve bunların ucunda sallanan gümüşten elle yapılmış süsler, silah kabzalarında
ve tütün tabakalarında görülen savat işçiliği, gümüş ve mercanla işlenmiş kırbaç uçları
bu eşyalar içinde yer alır.
İnanışlara göre, nazardan korunmanın en yaygın yöntemi, çeşitli tılsımlar
taşımaktır. Örneğin sol bileğe takılan kırmızı bilezik, kırmızının aktif bir renk olarak
bakışları yakaladığı ve onlardaki saldırganlığı gerisin geriye sahibine gönderdiği inancı
söz konusudur. Mavi nazar boncukları da en yaygın tılsımlar arasındadır ve muhtemelen
‘aynı kutuplar birbirini iter’ ilkesinden yola çıkmaktadır. Çünkü mavi gözlüler
Ortadoğu’da kötü bakışın sahipleri olarak görülürlerdi. Bununla birlikte, mavi renk
koruyucu kabul edilir; çünkü mavi aynı zamanda, gökyüzünün rengidir. Eski kültürlerde
yaygın olarak rastlanan ve bizim ‘Fatma Ana’mızın Eli’ olarak bildiğimiz hamsa adlı
tılsımın da rengi genellikle mavidir. Bu, beş parmağın ve avuç içinin belirgin bir şekilde
görüldüğü, ortasında bir göz işareti bulunan bir tür el ikonudur.
Bunların yanı sıra, çeşitli kuş tüyleri, taş ve kaya parçaları ve üzerinde göze benzer
şekiller seçilebilen deniz kabukları, nazara karşı etkili olarak kabul edilip tılsımlarda
kullanılır. Bunun mantığı, kötü bakışa sahip olan gözün dikkatini parlak ve cazip
objelere çekmektir; çünkü nazarın tüm potansiyelinin, ilk bakışta açığa çıktığı
düşünülür. Altın, gümüş ve türkuaz gibi değerli taşların kullanıldığı diğer mücevherler
de, kimi zaman bakışları üzerinde toplayıcı unsurlar olarak aynı amaçla
kullanılır.
Türk giyim-kuşamında elbise ve takılar (baş, el, kol)kullanım olarak çeşitlilik ve
gelişme göstererek kültüre ait ürünler olarak şekil kazanmıştır. Kültüre ait ürünler
olmasında kullanılan malzemelerin Türk inanç ve toplum yapısına göre sembolize edilip
ve bu sembol haline gelen malzemelere verilen manalar, işlenen motiflerle, renklerle
desteklenerek “Türk’e ait “bir mahiyet kazanmıştır. Tüm bunlara rağmen “Türk’e ait
“olarak kültüre has olarak gelenek şeklinde toplumda bir nevi iletişimi sağladığı gibi
inanç boyutu şeklinde korunma ve de ekonomik gösterge olarak da sembolize
olunmuştur.

Takı ve Boncuklar


Takıların ilk kez ne zaman ve ne amaçla kullanıldığı hakkında kesin bir bilgi
olmamakla birlikte, geçmişinin insanlık tarihi kadar eski olduğu ve doğa- inanç ilişkisi
sonucu oluştuğu tahmin edilmektedir.
Otuz bin yıl önce ölümün sessizliğinden doğdu takılar. İnsanoğlu, yanı başında
susan nefesin geri dönmeyeceğini anladığında, belki son bir kez daha onu kutsamak,
gittiği yerde huzur duymasını sağlamak, karanlığın kötülüklerinden korumak için
mezarına taşlardan, boynuz ve kemiklerden, deniz kabuklarından yapılma boncuk
dizileri, bilezikler ve yüzükler koydu. Sonra başa çıkamadığı kötülüklerden,
tehlikelerden kendisini de korumak için boynunu, kollarını, ellerini, başını, ayaklarını
takılarla donattı; onları tanrılarına sundu. Bir de baktı ki volkanik camlara yansıyan
görüntüsü, takılarla daha farklı, daha güzel. İşte dinin ötesine geçtiği o andan sonra
taktıklarını bir daha hiç çıkartmadı; takıların güzelliğinde kendi güzelliğini buldu.
Zamanın içinden sessizce geçerken onları en parlak, en göz alıcı madenlerle, taşlarla
bezedi.
Binlerce yıldır genellikle kadınlar tarafından daha zarif görünmek amacıyla
kullanılan takılar, kişinin bulunduğu sosyal statüsünü ve kimliğini temsil etmesinin yanı
sıra değişik işlevleri bulunmaktaydı. Takı, kişinin kendisini güzel hissetmek ya da güzel
göstermek istemesinin dışında, onu taşıyanı kem gözlerden korumak için tasarlanmış bir
nesnedir ve bir ilişki kurma biçimidir.
Süslenme, süs ve takı kullanma; ilk çağlarda bir inanca dayalı olarak veya süslenme
gereksinimiyle ortaya çıkmış ve gelenekselleşerek günümüze kadar gelmiştir. Küçük
topluluklar halinde yaşayan kabilelerin kendi örf, adet, görenekleri doğrultusunda
yaşadıkları coğrafi çevreden temin edebildikleri doğal malzemelerle tasarladıkları
takılar geleneklerle de bütünleşip sembolik anlamlar yüklenerek günümüze
ulaşmışlardır.
Eski çağlarda insanlar takıları, süslenmek için değil inançlarını ifade ettiği, kötülük
ve tehlikelerden koruduğu için takmışlardı. Takı ve aksesuarlara ait bulgulara
günümüzden 30 bin yıl öncesinde üst paleolitik dönemde mağara duvar resimlerinde,
küçük kadın heykellerinde rastlanılır.
Taş, metal, ağaç, kemik, kumaş, cam gibi temel maddelerin yanı sıra, artık
malzemelerden de elde edilen birçok takı güçlü bir kültürel birikimin geçmişten
günümüze yansıyan örnekleridir. Takılar süslenmenin dışında, inançlara ve geleneklere
bağlı kalarak da hazırlanmakta, bu amaçla hazırlanan takılar, toplumun inançlarını
yansıtması bakımından da kutsal sayılmaktadır.
Süslenme ve takı takma geleneği kadınların yanı sıra çocuklarda ve yetişkin
erkeklerde de görülen bir olgudur.
Takı, kişinin kendisini güzel hissetmek ya da güzel göstermek istemesinin dışında,
onu taşıyanı kem gözlerden korumak için tasarlanmış bir nesnedir ve bir ilişki kurma
biçimidir. Takılar ifade ettikleri anlamlar ile toplumda yerleşmiş inançları yansıtırlar.
Kolye, taç, bilezik, iğne, kemer, yüzük, küpe, halhal gibi formlarıyla Mezopotamya,
Mısır, Helen, Etrüsk, Roma krallarının ve egemen sınıfların taktıkları görkemli
biçimleriyle din ve devlet gücünün de simgesidir.
Türk kültürünün en önemli ürünü olan bu korunma amaçlı gelenek, Şamanist, gök
tanrı ve İslam inancının özellikleri ile de şekillenerek günümüze kadar Anadolu Türk
kadınının giyiminde yer edinmiştir.
Kadınların çeşitli takılar takarak süslenmelerini insanlık tarihi kadar eski olduğunu
söyleyebildiğimiz gibi, Türklerde süslenme ve takı takma alışkanlığına“doğumla
başlayıp ömür boyu sürer” diyebiliriz.

Üzerlik


Üzerlik meyvelerinden yapılan nazarlıklar bir anlamda, her an el altında ve göz
önünde bulunan bir tütsü deposu olarak işlev görür. Aynı zamanda da evi süsler.
Kadınlar yaz ortasında henüz olgunlaşmamışken yeşil olarak topladıkları tohum
keselerini bir iğne yardımıyla ipe dizerler. Ortaya yerleştirilen bir sopanın ya da çıtanın
etrafına renkli bir bez sararak ve meyveler arasına küçük renkli bez parçaları geçirerek
baklava ya da çift muska biçiminde bir şekil oluştururlar. Anadolu'da yapıların
duvarlarını süsleyen üzerlikten nazarlıkların çok benzerlerine İran'ın batısındaki
Luristan bölgesindeki göçer yerleşimlerinde de rastlanır. Üzerlik bir süs eşyası olduğu
gibi inanç bakımından da kültürel değerler taşımaktadır.
Halk arasında yaygın bir inanca göre üzerlik otu, şehit kanı dökülmüş topraklarda
yetişmektedir. Aslında bu inançta biraz gerçek payı da yok değildir. Üzerlik otu, fosfatlı
toprakları çok sever. Bunun için de fosfatlı toprağın bol olduğu mezarlıklarda sıkça
yetişir.

Nazarlıklar


Halk inancına göre, onu üzerinde taşıyanı büyüye, hastalıklara ve diğer fenalıklara
karşı korumaya veya içinde bulunduğu fenalıktan kurtarmaya hizmet eden objeye
nazarlık denir.
Kendisini pek çok tehlikeden korumasını bilen insanoğlu; kaza, hastalık, ölüm
getireceğine inandığı nazardan da korunmak amacıyla çeşitli koruyucu nesnelere
sarılmıştır. Topluca nazarlık olarak adlandırdığımız koruyucu nesneler, nazara inanan
bütün topluluklarda hemen hemen birbirinin aynıdır. Türk halkı tarafından da kullanılan
nazarlıklar arasında mavi boncuk, yedi delikli boncuk, kendiliğinden delinmiş taş, eski
süpürge, sarımsak, kartal pençesi, hurma çekirdeği, sarı kehribar, yumurta kabuğu,
kurban gözü, geyik boynuzu, öküz boynuzu, at kafası, çörek otu, günlük, kuru karanfil
ve üzerliği sayabiliriz. Bu sıraladığımız nazarlıkların bazıları evlere asılmakta, bazıları
üstte taşınmakta, bazıları da bağ, bahçe ve tarlalarda bulundurulmaktadır. Çörek otu,
günlük, kuru karanfil ve üzerlik ise nazara karşı yapılan tütsüde kullanılmaktadır.
Ayrıca, üzerlikten yapılan nazarlıklar evlere de asılmaktadır.
Anadolu' da yaygın olarak insanlar nazara gelmemek için vücutlarının çeşitli
yerlerinde, nazarlık taşırlar. Vücutta nazara karşı taşınan objeler arasında en yaygın
biçimde görüleni göz boncuğu ya da nazar boncuğu adı verilen sembolik gözdür. Halk
arasındaki anlatılarda sıkça rastlanılan bir hikâyede, bedende taşınan bu boncukların
çoğu kez nazar değmesi sonucu çatladığı ya da kırıldığıdır. Anadolu'da göz boncuğunun
yanı sıra vücutta taşınan nazarlıklar zengin bir çeşitlilik göstermektedir.
Bunlar arasında hamaylıları, hal hâlları, muskaları, sıra dışı taşları, metal
parçalarını, eski paraları, metal düğmeleri, kemikleri, dal parçalarını, çeşitli hayvanların
dişlerini, tüylerini, kemiklerini, boynuzlarını, deniz kabuklularını, renkli kumaş
parçalarını, bitki tohumlarını, yüze ve ellere yapılmış dövmeleri sayabiliriz.
Nazar için gök mavisi rengindeki gözün bakışının değmesi ihtimalinin daha büyük
olduğuna inanılır ve bunun için de gök mavisi şeylerle nazar değmesinden koruyacağı
düşünüldüğünden mavi boncuğa önem verilir. Mavi boncuk tek başına bile nazarlık
olarak kullanılır. Bundan başka Anadolu’da nazar değmesinden korunmak için yeşil
kahve tanesi, eski para, kurşun, çitlembik kabuğu ve at nalı gibi şeyler de nazarlık
olarak kullanılır. Bu nazarlıklar, kullanıldıkları yere göre değişik şekillerde asılır ve
dikilir. Mesela, çocukların omuzlarına dikilir, çocukların beşiğine asılır, hayvanların
alınlarına yahut boyunlarına asılır, evlerin veya binaların giriş kapılarına konur,
arabaların ön aynasına asılır. Nazarlıklar kem bakışların etkisini azaltan çeşitli nesneler
olarak çok büyük önem taşır. Günümüzde artık hemen hemen her evde bulunur kimine
göre süs, kimine göreyse korunma simgesidir.
Öyle anlaşılıyor ki göz değmesinin temelinde yatan esas sebep kişilerin kıskançlık
duygusudur. Ve bu duygunun, baktığı kimseye yansıması ve onu tesiri altında
bırakmasıdır. Nazarlık takmakla bu kıskançlık dolu bakışın tesirinin azaltılması veya
başka yönlere yansıtılması amaçlanmaktadır.

Nazardan Korunma Yöntemleri Kurşun Dökülmesi


Halk arasında yaygın olan kurşun dökmeyle ilgili uygulamalar küçük farklarla
birbirine benzemektedir ve Şaman geleneklerinden kalan bir âdettir. Şamanlar bu ritüele
«kut dökme» anlamına gelen «kut kuyma» adını vermişlerdir. Kut koyma, insana
musallat olan kötü ruhların etkisini ortadan kaldırmaya yönelik olarak çok eski
dönemlerde uygulanan sihir kökenli bir ritüeldir.
Şamanlardan kalan bu eski âdeti, günümüzde devam ettiren, özellikle yeterli dinî
bilgiye sahip olmayan yaşı ilerlemiş hanımlardır. Bu kadınlar özellikle yaşlı ve tecrübeli
olduğuna inanılan kişilerdir. Kurşun dökme işlemi, bu işte denenmiş ocaklı ve izinli
yaşlı kadınlar tarafından dökülür. Ocaklı demek, kurşun döken kişinin ailesinin öteden
beri bu işle uğraşmış olmasıdır.
İzinli demek; bu ailede kendisinden önce kurşun döken kişiden, bu işlemi yapmak
için izin (Destur veya el) almış olmasıdır. Ocaklı ve izinli olmayanlar kurşun
dökemeyecekleri gibi döktükleri farz edilse dahi bu gibilerin kurşun dökmesinden fayda
umulmaz. Kurşun nazara uğramışlara, kendisine büyü yapılmışlara, hastalığı uzun
sürenlere, sık sık sıkıntı ve bayılma gelen kadınlara, ruh hastalarına dökülür.
Kurşun dökmede yer ve zamanlama önemlidir şöyle ki yatan hastanın odasında ve
yatağında iken, diğerlerinde ise evinde ve en çok oturduğu odada dökülmesi gerekir.
Gündüz öğleden önce ya da sonra daha çok namaz vakitleri arasında dökülür Akşamdan
sonra ve gece dökülmez. Kurşun dökme derdin ağırlığına ya da ilk dökülüşten sonra
görülen tesir şekline ya da isteğe göre ayrı günlerde olma üzere birden fazla ve de 3
kereye kadar dökülebilir.
Kurşun dökmenin kendine özel yolu, geleneği ve malzemesi vardır.
Kurşun dökmek için kullanılan malzemeler:
1.Kurşun 250–300 gram ağırlığında kurşun parça
2.Kurşun eritme kepçesi,
3. Bakır geniş ve derin bir su kabı,
4. Hastanın başına örtülecek bir peştamal, çarşaf ya da battaniye
Bu malzemeler özel bir torba içinde saklanır Ayrıca bu iş için önceden toplanmış ve
kurutulmuş olan üzerlik otu yakılarak dumanı hasta olan kişiye solutulur. Bu sırada
dualar okunarak, başına tuz çevrilir. Tuz o kişiye yalatılır. Bir tas içine su doldurulur,
tas genellikle bakırdandır. Suyun içine; iğne, madeni para, mavi boncuk ve kurşun
döken kişinin yüzüğü konulur. Ayrıca bir kalburun içine bir bakır tabak, buğday, bir
parça tezek ve kurşunu döken ebenin sağ ayakkabısı konulur. Su dolu olan tas da
kalburun içine konulur. Kurşun ateşte eritilir. Hasta yatıyor ya da oturuyor olabilir, üstü
örtülür. Hazırlanan kalbur hastanın başı üstünde tutulur. Kurşun dökülürken döken kişi
besmele çekip "Benim elim değil, Fatma anamızın eli" dedikten sonra kurşunu su dolu
kabın içine döker. Soğuk suya dökülen kızgın kurşun tek parça halinde kalmaz. Dağılır
parça parça ve değişik şekillerde olur. Sonra katılaşmış kurşun parçaları suyun içinden
alınıp kepçenin içine konulur ve tekrar eritilir.
Bu dört kez tekrar edilir. Bazı yörelerde önce başa, sonra karın bölgesine, ayağa, en
sonda eşiğe yani yere, toprağa dökülür. Bu arada her defasında suyun içinde çeşitli
şekiller alan kurşunun nazar eden kişi hakkında bilgi verdiğine fazla kirli (parçalanmış)
ve iğnelerle kaplı ise, nazar ya da büyünün şiddetine hükmedilir. Bu nazarın şiddeti
nazar edenin fiziki yapısı hakkındaki bilgiler kurşunu döken, ebe tarafından anlatılır. Bu
arada nazar eden kişiye ilencede (bedduada) bulunulur. Kurşun dökme süresince,
kurşunu döken ebe devamlı sureler ve dualar okur. Külçe üzerindeki dikenlerin arasında
temiz ve yuvarlak bir parçaya rastlanırsa, hastanın yüreğinin temiz olduğuna ve
hastalığının çabuk geçeceğine inanılır. Kurşun işlemi bitince hastaya bu sudan içirilir.
Su ile eli yüzü yıkanır. Kalan su sağa sola ya da 4 yol ağzına serpilir. Tastaki madeni,
paralar ebeye verilir. Tabak içinde bulunan yarma da tavuklara yedirilir. Kurşun
dökülen kişi o gün akşama kadar kimseyle öpüşmez. Kurşun dökmek için ocaklı olmak
gereklidir. Bu kişi, bu maharetini başka bir kişiye verebilir. Buna “El
Alma”denir.
Kurşun dökme bir nevi nazar ve sihir açma, derdin sebebini meydana çıkarma ve
manevi tedavi etme yoludur, inananlar için bir iç ferahlığı, ruh hafifliği verir. Bilimsel
olarak açıklaması ise kurşunun bir nevi manyetik alan yaratarak negatif enerjiyi
toplaması olarak ta açıklanabilir.
Kurşun dökme işleminde uygulanan yöntemler hemen her yörede farklılık gösterse
de yapılan işlem genellikle aynıdır, yani kurşunun eritilip suya dökülmesi işlemi

Nazarın Psikolojik Etkileri


Nazarın psikolojik etkisi; rüyada sıçramalar, tik oluşması, el titremesi, göz dalması,
yorgunluk hissi, uyku bozukluğu bazen de aşırı uyku isteği, dalma hastalığı, gülme
hastalığı, ani bunalım dönemi, stres, konsantre ve motive eksikliği, sebepsiz
huysuzlaşma, dil sürçmesi, düşüncede saçmalama, kalp çarpıntısı, kabuslar görme,
sebepsiz göz yaşı, sebepsiz mutsuzluk-huzursuzluk hissi, kendinde ağırlık olduğu hissi,
regl sancısının artması, rüyada nazar boncuğu görmesi, bitkinlik hissi vb gibi ruhsal
etkiler oluşur.
Nazarın para psikolojik etkileri halk arasında şöyle betimlenmiştir; bereketsizleşme,
işlerin rast gitmemesi, evde huzursuz olunması, kaderin bir parçası olan şansın
kapanması, kısmetin kapanması, yaşanılan ortamı sevmeme, üzerinde aşırı derece
bilinmeyen ağırlıklar oluşması, sevdiğinden nefret etme, evliliklerde sebepsiz kavgalar,
boşanmalar, eşin huy değiştirmesi, kıskançlıkların başlaması, arkadaşlıkların bozulması,
evlenememe, rüyalarda devamlı mavi renk veya nazar boncuğu görme, şiddetli
geçimsizlik, büyülenme hissi v.b. gibi parapsikolojik etkiler oluştuğu söylenir.
Ayrıca nazarın daha çok altın, elmas, pırlanta ve gümüş gibi değerli takılara değdiği
düşünülür.
Kadın nazarı erkek nazarından daha fazladır. Bu olay kadınların her ortamda güzel
gözükmek hissinden ve kapris yapma gücünden oluşur. Kadınlar birbirlerine daha çok
nazar vururlar.Erkek nazarı kadınlar üzerinde fazla etkili değildir. Erkekler genellikle
kendi cinslerine daha çok nazar vururlar.

Nazarın Bilimsel Olarak Açıklaması


Nazarın pozitif metotlarla açıklanması zor bir konu olmakla beraber, son yıllarda
parapsikoloji ile uğraşanlar nazarın bilimsel yönünü araştırmaya başlamışlardır. Adı
değişse de her yerde aynı olan nazara batı literatüründe psikokinezi denilmiş ve iyi niyet
ve yoğunlaşmaya göre alıcı ve verici uçlardan geçen bir ark olarak tanımlanmıştır.
Günümüzde nazara inanan halk kadar, bu konuda araştırma yapan bilim adamları da
çeşitli düşünceler ileri sürmüşlerdir. Halk arasında nazarın nedeni sorulduğunda
kıskanç, kötü niyetli kişilerin gözlerinin ya da sözlerinin kıskandıkları nesneye zarar
vermesi diye açıklanmaktadır.
Kimi bilim adamları da bu olayı biyoenerji ile açıklamaya çalışmışlardır. Bu
açıklamaya göre insanların gözlerinde morötesi ve kızılötesi ışınlar vardır ve bu ışınlar
kızgınlık, hırs ve kıskaçlık duygusuyla karşıdaki kişiye aktarılırsa o kişide ya da varlıkta
tahribata neden olmaktadır. Çünkü bu enerji nedeniyle karşıdaki varlığın biyolojik
dengesi bozulmaktadır. Bu nedenle bol ürün veren tarla yanmakta ya da ürün
bozulmakta, doğal afet gelmekte, çok güzel bir eşya kırılmakta, güzel insanların başına
çeşitli hastalıklar, bünyesi zayıfsa da ölüm gelmektedir. Bu olumsuz gücün renkli gözlü
insanlarda daha fazla olduğuna inanılmaktadır.
Bugün Avrupa’da yapılan çalışmalarda, bunun psikokinezi olduğunu söyleyenler
de vardır. Bu teze göre nazar, iyi niyet ve yoğunlaşmaya göre alıcı ile verici uçlardan
geçen bir “ark” oluşturmaktadır.
Gıpta, övünme, imrenme gibi dostça duygular, hatta ebeveynlerin çocuklarına aşırı
sevgisi nazarın küçük dozda uğratma nedenidir. Asıl uğursuz nazar ise haset
duygusundan geçer. Nazar duygusunda bu hasedin dozajı çok önemlidir. Haset duygusu
ne kadar şiddetli olursa, nazarın gücü de o kadar şiddetli olmaktadır. Rusya’da da nazar
ile ilgili çalışmalar yapılmış ve günümüzde de çalışmalara devam edilmektedir. Burada
yapılan çalışmalara göre gözlerin yaydığı bir elektromanyetik ışınlar vardır. Bu ışınların
dalga boyu yaklaşık yüzde sekiz milimetredir. Yani radyo dalgalarıyla enfraruj
(kızılötesi) dalgalar arasındadır. Bu yayılan elektromanyetik dalgalar canlı ya da cansız
varlıklara zarar verebilmektedir. İşte bu ışınlar insan makinesinin düzeni olarak kabul
edilen ‘Bioritim’i yani insanın biyolojik dengesini bozmakta ve insanlarda bitkinliğe,
halsizliğe, hastalığa, hatta zayıf bünyeli insanlarda ölüme bile neden olduğu
düşünülmektedir.
Bakışın elektromanyetik etkisini destekleyen bir örneği de Elmalılı Hamdi Yazır
vermektedir.
“Kıskançlıklarından az daha Hz. Peygamber’i nazara uğratacaklar, aç ve kötü
gözlerinin şerriyle ellerinden gelse onu helâk edeceklerdi. Demek ki, öfkenin bedende
bir hükmü bulunduğu gibi, gözlerin de karşılarındakine bakışlarına göre iyi veya kötü
bir hükmü vardır. Kimi elektrik gibi dokunur çarpar, mıknatıslar ve manyetize eder.
Kimi de aldığı teessürle hasedinden bir gayze düşer, türlü türlü suikasta ve hilelere
kalkışır ki, maddi veya manevi hangisi olursa olsun hedefine vardığı zaman, isabet-i ayn
değmesi veya nazar tabir olunur. Bunun hakkında uzun uzadıya sözler söylenmiş, inkâr
edenler, ispat edenler olmuştur. Keyfiyeti ne olursa olsun isabet-i ayn vardır”
Görüldüğü gibi Yazır’a göre de, nazarın temeli kıskançlıktır. Bu duygu o kadar
etkilidir ki Hz. Muhammed’e bile zarar vereceğinden endişe edilmiştir.
Nazarın bilimsel tanımı ise; gözdeki foto reseptörlerin kasılması sonucu açığa
çıkan negatif ve pozitif göz akım dalga ışınımına nazar denir. Nazar’ın üç türlü ışınım
etkisi vardır. Bu konu radyoloji ilmiyle bağdaştırılarak laboratuarlarda ispatlanmıştır.
Alfa(sarsıcı) Beta(kırıcı, yıkıcı) ve Gama (yakıcı) ışınları olarak, genel itibariyle halk
arasında daha çok Alfa (sarsıcı)ışın etkileri daha yoğun olarak oluşmaktadır. Nazar
değen insanda bilimsel olarak beynin orta bölümü olan(Mezensefelon) kısmında
nöronlar(sinirler) harekete geçerek; göz küresini büyütür ve esneme başlar. İnsana nazar
değdiği bilimsel olarak fizyolojik açıdan esneme ve göz küresinin büyümesinden
anlaşılır. Nazar’ın oluşa gelmesi için nazarı vuran kişinin, nazara gelecek kişiye negatif
ışın göndermesini bilinçsiz olarak gerçekleşmesi gerekir. Nazar kesinlikle bilinçli olarak
gerçekleşemez. Nazar’ı bilinçli olarak gerçekleştiren insanlar, çok azdır. Bu olay
parapsikoloji konusuna girer. Nazarı bilinçli olarak vuran insanların gözlerinden
Gama(yakıcı)ışınlar akımı oluşur. Bu tür ışınlar röntgen çekimi bile gözleriyle
yapabilecek seviyede X ışınlarını beynin hipotalamus kısımlarından boşalarak
oluşturabilirler. Bu tür insanlar sayısı az olmakla birlikte çok tehlikelidirler. Gama
ışınları ilk defa 14 yaşındaki bir Rus kızında bulunmuş ve ölçülmüştür. Bu insan
gözleriyle karşısındaki insana radyolojik Gama ışını yollayarak röntgen çekimi bile
yapabilmektedir.1000 kişi üzerinde laboratuar’da yapılan çalışma sonucunda en çok
nazara gelen göz renkleri arasında kahverengi ve yeşil gözlü insanlar bulunmuştur bu
renk gözlüler daha çok nazara maruz kalırlar.
En etkili nazar ışınlarını oluşturan göz renkleri ise mavi ve sarı(Bal) göz renklerine
sahip olan insanlar oluşturmaktadır.
Nazarın daha çok güzel insanlara, mala, mülk sahiplerine, halk arasında şöhret
sahiplerine, işinde başarılı olan insanlara, değerli maddelere, yeni olan gelişmelere, yeni
evlenen gençlere, yeni doğan şirin çocuklara, yeni alınan arabalara, yeni alınan eve,
bağa bahçeye daha çok değer diye düşünülür. Çünkü insana çekim ve istem oluşturan
tüm güzel olan oluşumlar göz önündedir, kıskanılır ve nazara maruz kalır.

Nazar'ın Tanımı


Nazar, Arapça da bakış demektir. Türkçede de aynı manada kullanılır. Bu
anlamın dışında, yaygın bir inanışı dile getiren bir terim olarak “Nazar Değmesi”, az
çok herkeste bulunan, mavi gözlü kimselerde daha fazla bulunduğuna inanılan ve böyle
kimselerin bakışlarından fırlayan zarar verici, çarpıcı ve öldürücü güç anlamındadır
Başta insan olmak üzere bütün canlı yaratıklarla bunların dışında kalan maddi
manevi büyük veya küçük her türlü değerlere karşı, herhangi bir kimsenin ihtiras ve
hasetle tutuşmuş yırtıcı gözlerle, daha doğrusu kinle, nefret ve kıskançlıkla
bakmasından doğan kötü sonuçların hepsine birden halk ‘nazar değmek’ adını verir.
İnsanoğlu çok eski dönemlerden başlayarak, teknolojik ve sosyal ilişkilerindeki
başarısızlıklarına özellikle de bir takım biyolojik rahatsızlıklarına açıklayıcı bir sebep
bulamadığında bunu doğaüstü güçler yanı sıra çeşitli objeler, mekânlar ve diğer
insanlarda var olduğunu sandığı bir takım gizli güçlerle açıklamaya çalışmıştır.
Bu açıklamanın çeşitli toplumlar arasında en yaygın olarak görülen türü nazardır.
Nazar kelimesinin aslı Arapçadır. Kelime Türkçeye asıl anlamından biraz
uzaklaşarak geçmiştir. Araplar bizim kullandığımız anlamdaki nazar kelimesi
karşılığında “İsabet’ül ayn” tabirini kullanmaktadırlar. Türkçede ise sözlük anlamı
olarak bakma, bakış, göz atma, düşünce olan kelime, halk inançları dolayısıyla halk
söyleyişi içinde göz değmesi, göze gelme anlamında kullanılmaktadır. Nazar kelimesi
göz değmesi karşılığı olarak, nazar değmesi, nazara gelme, nefesi dokunma, kem göz,
kem nazar şeklinde de kullanılmaktadır İslam ülkelerinde de yaygın olan nazar
anlayışına Araplar elayn, İranlılar bednezer, Hintliler sihir demektedirler
Nazar inancının temelinde belli kimselerde bulunduğuna inanılan, insanlara
özellikle çocuklara, evcil hayvanlara, eve, mala-mülke hatta cansız nesnelere de zarar
veren, bakışlardan çıkan çarpıcı ve kimi zaman da öldürücü güç düşüncesi yatmaktadır.
Çok sağlıklı bir bebeğin aniden hastalanması, iyi anlaşan iki arkadaşın arasının
açılması, işleri iyi olan birinin işlerinin bozulması, iyi süt veren bir ineğin sütünün
kesilmesi, hastalanması halk arasında hep’’nazara geldi’’deyimiyle açıklanır
Nazarla açıklanan olaylar o kadar çoktur ki. Tarla, bağ ve bahçedeki ürünün
birdenbire bozulması, yeni alınan bir aracın kazaya uğraması, evde çıkan yangın vb.
gibi, olayların nedenleri başka başka olsa da halk arasında bunların ilk anda nazarla
olduğuna inanılır.
Nazar kıskançlık duygularıyla gelebileceği gibi, bazen kişinin çok yakınlarının
sevgi ve hayranlık duygularından da gelebilir. Örneğin küçük çocuklara en çok
annesinin nazarının değeceğine inanılır. Çocukları severken özellikle maşallah
denmesine dikkat edilir.
Nazardan korunmak için alınan önlemlerin başında nazarlıklar gelir. Zararlı dış
etkileri uzaklaştırmak ve taşıyana iyilik getirmek için kullanılır.
Nazarlıkların temel anlamı koruma ve korunmaya yönelik olup, bu objelerin
sadece biçimleri değil, yapıldıkları maddeler ve renkleri de önemlidir. Çünkü bu
maddenin özünde gizli kuvvet taşıyan nitelik olması gerekmektedir. Tabiattaki objelerin
parlaklık, zenginlik, kuvvet gibi nitelikleri karşısında şaşıran ve korkan insan,
felaketlerin ve mutluluğun bu objelerin içinde olduğunu sanarak bu objelerle barışık
olmak istemiş ve onları kendi hizmetinde kullanmayı düşünmüştür